8 Kasım Dünya Şehircilik Günü Ve Kriz

 

8 Kasım Dünya Şehircilik Günü Kolokyumu bu seneki temasını  “KRİZ” olarak belirledi. Yaşanan pandemi süreci, şehircilik konusu üzerinde yoğunlaşan acil eylem planlarının bir önce hayata geçirilmesini zorunlu kılmıştır. Tüm dünyayı saran bu pandemi sürecinin beklenen krize dönüşmüş olduğu gözlemlenerek, bunun bir “fırsat” olarak nasıl değerlendirilebileceği önem kazanmaktadır. Zira dünya tarihinde yaşanan her türlü “Krizler”  devrimci dönüşümler açısından yeni fırsatlar ve fikirler oluşturan elverişli bir ortam sunmuştur. Bu bağlamda yaşanan sorunların şehircilik ve mimari oluşum üzerindeki etkileri ve çözüm önerileri son derece önemli olacaktır.

Her yıl düzenlenen 8 Kasım Dünya Şehircilik Günü, ilk olarak 1949 yılında, Arjantin’de düzenlenmiş ve diğer ülkelere de yayılarak evrensel bir etkinlik olmuştur. Ülkemizde ise ilk olarak 1977 yılında etkinlikler başlatılmış ve her yıl farklı temalar üzerinden tekrarlanarak devam etmektedir.

Ne kadar faydalı olduğu tartışılsa da farkındalık oluşturmak adına önem kazandığı yadsınamaz.

Turgut Cansever mimarlığı “İnsanın dünyadaki esas vazifesi dünyayı güzelleştirmektir” hadisiyle çerçevelendirerek açıklamıştır. Bu bağlamda insan ne yapıyorsa güzel yapmalı, güzel bakmalı, etrafını güzelleştirmeli ki hayatını güzel yaşasın. İnsanlık güzel yaşamak için medeniyetler oluşturdu, şehirler meydana getirdi. Her ne kadar yaşanılan mekânlar; köy, kasaba, kentler etrafında şekillense de günümüzde dünya nüfusunun çoğu şehirlerde yaşamaktadır.

Bu şehirleşme ve kent nüfusunun artması önümüzdeki 20 yılda daha da artacaktır. Zira şehirleşme, medeniyetle neredeyse eşanlamlı olarak görülmektedir. Gerçekte ise tarihe baktığımıza kentler medeniyetin temeli olmuştur. Hatta kent devletleri –15 yy ’da Venedik, Floransa, Napoli gibi kent devletleri bugünkü İtalya’yı meydana getirmiştir- dünya tarihinde ilk medeniyet, yargı, hukuk, maliye, ticaret, yerleşim ağlarını belirleyen algıları ve yasaları net biçimde meydana getirmiştir.

Cansever Şehri ise; insanın, hayatını düzenlemek üzere meydana getirdiği en büyük fiziki ürün olarak tanımlar. Yine şehre biçimini veren tercihleri ise insanların yaşadıkları toplumsal olaylar, ilişkiler, inandıkları dinler, toplumu her türlü ilgilendiren hareketlerin şekillendirdiğini belirtir.

İslam kültürlerinde ise bir şehrin imajı cennet tasavvurunun bir yansıması olarak görülmektedir. Aslan yattığı yerden belli olur misali insan nasıl bir şehirde yaşıyorsa ya o şehrin kimliğine bürünür ya da o şehir orada yaşayan insanların bütününden bir parça olur. Bu karşılıklı etkileşim, şehrin organik yapısını sonsuza dek inşa eden bir denklemdir.

Şehirler, insanlar arası sosyal mesafenin en aza indiği mekânlar bütünüdür. Buna karşın yaşanılan son süreçte pandemiden korunmak için sıklıkla tekrarlanan sosyal mesafeyi koruma uyarısı, şehir hayatında uyulması zor bir durum olarak karşımıza çıkar. Sosyal hayatın en yoğun yaşandığı hatta neredeyse hiç duraksamadığı büyükşehirlerde ise durum daha da vahim hale gelmektedir. Özellikle metropol şehirlerde ulaşım ağlarında yaşanılan yoğunluk had safhadadır. Şehir içi ulaşım ağlarında yaşanılan “kriz” bazı yasaklarla ve cezalarla çözülmeye çalışılırken yoğun yaşamaya alışkın! şehir insanını seyreltilmiş bir toplum hayatına dönüştürmek ilk hedef olmalı kanımca.      

Kentler ilk ortaya çıktıklarından beri yenilenme ya da dönüşüm sorunuyla karşı karşıya kalmış, tarihin ilk dönemlerinden beri, depremler, yangınlar, hastalıklar, salgınlar, işgal ve buna benzer nedenlerle büyük yıkımlara uğramışlardır. Son olarak savaşla beraber dünyadaki değer algılarının sürekli değişimi ve buna bağlı olarak bozulan dengelerin pandemi sebebi ile yeniden kurulması acil bir hal olmuştur. Yaşanılan olaylar, en iyi kriz yönetimini gerçekleştiren kentlerin bu süreci en verimli şekilde atlatacağını göstermektedir.

Şehirlerin mevcut sağlık ve yapısal durumu, deprem gerçeği, planlama ve yeniden yapılanmada sürekli yeni arayışları beraberinde getirmektedir. Geçtiğimiz son on yılda dünya çapında ve ülkemizde farklı kentsel dönüşüm uygulamaları ile çöküntü alanlarının iyileştirilmesinin bu sürece ne kadar katkı sağlayacağını çok iyi hesap etmek gerekir. Zira artık kentsel dönüşüm sürecinde kullanılan araçlara “sağlıklı ve doğa dostu şehir” temelli yaklaşımlar eklenmiştir. Bu durumun krizi fırsata dönüştürmek isteyen “sağlıklı kent” veya “orman kent” vb reklamlarla konut satışlarının artmasını öngören inşaat firmalarının çabalarından çok öte bir konudur. Hatta hiç ilgisi yoktur.

Bütüncül bir yaklaşımla, bir an evvel dönüştürülmesi gereken çöküntü alanlarının sürdürülebilirlik ilkesi doğrultusunda  “kriz yönetimi” sağlanmalıdır. Anlık çözümler yara merhemi sonucunu getirmekte olup gelecekte daha fazla sorunun çözülmesinde fayda sağlamayacaktır. Kalıcılık ve sürdürülebilir çözümler bizim için en akılcı olan yönetimlerdir.  Bunun için oldukça kafa yoran Worldwatch Enstitüsü “Dünyanın Durumu 2016” raporunda bir hayli uzun ve şehri ilgilendiren her konuda raporlar hazırlayarak gelecekteki kentlerin nasıl planlaması gerektiğine dair öneriler sunmuştur.   

Kentler toplumların ortak yaşam alanları olduğuna göre, yaşama ortamlarının kalitesini yükseltmek, şehir donatılarını eşit miktarda oluşturmak, çalışma alanlarını doğa dostu ve karbon emilimini en aza indirmeye çalışarak düzenlemek ilk hedef olmalı. Akabinde ise ulaşım, ticaret gibi bağlantıları yeniden gözden geçirip israfın önüne geçmek, kentlinin yaşam haklarına yönelik fırsatlar yaratacaktır. Doğal kaynakları doğru kullanabilmek ve yönetmek, sürdürülebilir kararlar ile bu yapılandırmayı oluşturabilmek ancak yeni kentsel planlama yaklaşımlarıyla mümkün olacaktır.

Exit mobile version