Merve Kuş Mataracı: Türkiye’de Kadın Yönetmen Olmak

 

Sinemanın eşsiz büyüsüne kapıldığımda; Gaziantep’te yaşayan ve imam hatip lisesinde eğitimini sürdüren küçük bir kızdım. Tüm hayalim, İstanbul’a gelmek ve setlerde kablo toplamakla başlayıp, işi en temelinden öğrenerek ‘Yönetmen’ olmaktı. İmam hatip mezunu olduğumdan dolayı (O dönem kat sayı sorunu vardı) kırılan puanımla 2 yıllık bir sinema yüksekokuluna kaydolabilmiştim. Bu süreçte harçlığımla ve okul arkadaşlarımı ikna ile ekip kurarak birçok kısa film çektim. Ailemle girdiğim meslek savaşını kazandıktan ve İstanbul’a geldikten sonra, her şeyin yeni başladığını fark ettim.

KÖYÜNE DÖN!

Örtülü olduğum için çoğu yönetmen benimle çalışmak istemedi, çalışabildiğim setler ise en kötü projelerin çekildiği işlerdi. Sürekli oyuncuların ve ekibin mobingine maruz kalmak kaçınılmaz bir hal alıyordu. Bunca çabadan sonra yardımcı yönetmenliğe kadar yükselmiştim, ancak bu sefer de kadın yönetici ile çalışmak erkekler için tahammül edilemez gibiydi. Sürekli olarak “Bu erkek işi, sen kadınsın, evinde otursana” örtülü olmayı köyden gelmeye bağlayarak “Köyüne gitsene” gibi cümlelere maruz kalıyordum.

 

GÖRÜNMEZ OLMAK

Yönetmenlik yaptığım işlerde ise; muhafazakâr erkekler, kadının idareci olmasının doğru olmadığı fikriyle beni kabul etmezken, inancıma karşı olanlarda, örtülü olduğum için kabul etmedi.

Ardından şunu fark ettim; sektörümde ki insanlar, örtülü bir kadını, kadın gibi bile görmüyordu. Mesela diğer kadınlara gösterilen kabul görme ve nezaket size asla gösterilmiyordu, konuştuğunuzda sizi duymuyor ve ‘Görmüyor’lardı. Size kendi ülkenizde Amerikanların siyahilere davrandığı gibi davranıyorlar ve siz, görünmez biri olarak seti yönetmeye çalışıyordunuz. Başörtülü kadınlar olarak kendi hikâyemizi çekmek isteseydik, sanırım en dramatik kısmı bu olurdu. Ancak yaşanılan ne olursa olsun, bir şeye güçlü bir ‘Tutku’ ile bağlıysanız, ilerlemekten başka seçeneğiniz yoktur. Bu ilerleyişte size eşlik edecek şey ise; her gün kendinize kattıklarınız ve sevdiklerinizin duasıdır.

OLAĞAN ÇABA

Kendi hikâyeme dönecek olursam, kadını temel alan hikâyeleri daha bilinçli çekmeye devam ettim, filmlerimin birçok kadına ulaşması ve olumlu dönüşler almak bana ilham oldu. İmkânsızlık ve olağanüstü bir çaba ile, (Ki yaşamımda bahsettiğim nedenlerden dolayı ‘Olağan çaba’ zinhar bir kazanım elde edebilmek için yeterli olmadı) çekimini gerçekleştirdiğim, İran ve Türkiye’de geçen son kısa filmim, The Core/Tohum (İki kadının ayrı hastalıklar sebebi ile üreyemeyişinden dolayı, toplumda yaşadığı şiddet ve türlerini/anneliğin doğurmakla veya sahiplenmekle olan ilişkisini temel alıyor) Filipinler, Slovakya, Çekya, Portekiz gibi ülkelerde seçildi. Bu ay ‘Dünya Prömiyeri’ni Amerika’nın Washington eyaletinde düzenlenen ve saygın bir festival olan, Whistleblower Summit & Film Festival de yaptı.

TAKILMAYIN

Burada şunu paylaşmayı da kendi adıma mücbir buluyorum; sizleri ‘Görünmez’ bulan bu zihniyet, sizi ancak sizden olmayanlar gördüğü zaman takdir edecek, ancak işte o zaman! Bu sebeple ‘Görünmez’ oluşunuza takılmayın, kendi yolunuzda istikrarla yürümeyi sürdürürseniz, eninde sonunda sizi görmek zorunda kalacaklar. Bunun sebebi (Binaenaleyh) sonucu olarak da yalnızlığa ve başarısızlığa alışacaksınız, nihayetinde dünya bir günde yaratılmadı değil mi? Bilirsiniz Hz. Mevlana’nın güzel bir sözü vardır;

Bu yol senin ve sadece senin yolun,

Başkaları seninle yürüyebilir, ancak senin için yürüyemez.

GAYRETİMİZ, TUTKUMUZ

Kadınlarımıza ve bu sektörün ilgililerine özel kaleme aldığım bu yazıya şunu eklemekte yarar görüyorum:

Sevgili kadınlar! Bizler çok güçlüyüz, gayretimiz ve tutkumuz her şeyin anahtarı. Bir gün ‘En sevdiğin yönetmen kim’ sorusunun cevabı siz olabilirsiniz. Adınızı bir filmin sonuna ekleyebilir ve plakete yazabilirsiniz. Yeter ki zorluklar karşısında kaderci davranıp pes etmeyin! Turuncu Dergisi vasıtası ile iş hayatımın ufak bir kısmını sizlerle paylaşmaktan dolayı mutluyum. Sevgiyle kalın!

Exit mobile version