Alpler’in incisi Fransa’nın Venedik’i: ANNECY

Saliha SAĞDIÇ

Konum olarak Paris’e oldukça uzak, Fransa’nın ikinci büyük şehri olan Lyon, İsviçre’nin Cenevre ve İtalya’nın da Torino şehrine çok yakın olan Annecy için, Fransa’nın ya da Alpler’in ‘Venedik’i deniliyor. Dar sokaklarındaki su kanalları tıpkı Venedik’teki gibi şehre egzotik bir hava katıyor. Fakat Venedik’teki gibi kötü koku yaymadığını da eklemeliyim. Zaten şehri birkaç kelimeyle tanımlayacak olsak bunlardan biri ‘Temiz’ olurdu. Üstelik 2006 yılında ‘Avrupa’nın en temiz gölü’ seçilen Lac d’Annecy yani Annecy Gölü de bunun en büyük kanıtlarından biri sanırım. Gerçekten de hayatımda gördüğüm en berrak suyu bu gölde gördüm.

GÜNE KRUVASAN VE ESPRESSO İLE BAŞLAYIN

Göl, deniz ve nehirler bir şehir için bulunmaz güzelliklerdir değil mi? Peki ya hemen arkasında muhteşem dağlar varsa? Bir de o dağlar dünyaca meşhur Alpler ise? Yemyeşil bir şehir, masmavi berrak bir göl ve devasa dağlara, bir de yüzlerce yıllık mimari eklendiğini düşünün, sizce de harika bir şehir olmaz mı? Yerinde gidip görmek yaklaşık üç saatlik bir uçuşla mümkün ama imkânı olmayanlar için küçük bir Annecy gezisine başlayalım.


Şehre Cenevre Havalimanı’ndan yahut Lyon Havalimanı’ndan ulaşmak mümkün. Gezinize sabah saatlerinde başladıysanız, nehir kenarındaki kafelerden birinde, Fransızların meşhur kruvasanı ve espressosu ile bir kahvaltı yapabilirsiniz.
Şehrin eski bölümü olarak da bilinen, Annecy le vieux’da su kanallarıyla çevrili, insanların neredeyse sırayla yürüdüğü darlıktaki sokaklarda gezebilir ve buralarda Orta Çağ’dan kalma yapılarla karşılaşabilirsiniz. Burada meşhur dondurmadan yiyebilir, eski pasajlardan alışveriş yapabilirsiniz. Dondurma için biraz sıra beklemeniz gerekebilir ama sonuca değeceğinden şüpheniz olmasın.

ROMAN KAHRAMANI GİBİ HİSSEDİN

Eski şehrin en güzel yerlerinden, Annecy deyince akla ilk gelen Palais d’lle de yine görmeden geçmemeniz gereken yerlerden. Thiou Kanalı’nın ortasında bulunan ve üçgen formuyla dikkat çeken yapı aslında bir eski bir hapishane. Günümüzde müze olarak ziyaret edilen Palais d’Ile’yi arkanıza alarak bir fotoğraf çektirdikten sonra, doğanın görüntüsüyle uyumlu taş oteller ve çiçeklerle kaplı yollardan yürüyerek şehri tepeden seyredebilirsiniz. Paris’e gelip Eyfel Kulesi önünde fotoğraf çektirmek neyse, Annecy’ye gelip Palais d’Ile önünde fotoğraf çektirmek de o! Şehrin simgelerinden biri yani. Şehir şehir dediğime bakmayın, gezmesi günler sürecek büyük bir şehir değil burası, tamamını üstelik de acele etmeden bir günde gezip bitirebileceğiniz, minik bir şehir. Bizim ilçelerimiz gibi düşünebilirsiniz.
Sokaklarını gezerken kendinizi Orta Çağ’da bir roman kahramanı gibi hissedebilirsiniz. Hele de tarihe meraklıysanız tam yerindesiniz. Sırasıyla İsviçre, İtalya, Savoie Hanedanlığı’nın yönetiminde olan şehir, son olarak Fransa’ya bağlanmış. Bu sebeple şehirde çok sayıda şato, katedral, kilise ve şapel bulunuyor. Dolayısıyla elinizi sallasanız şatoya çarpar, çok iyi korunmuş tarihi dokusu sebebiyle sanki her köşeden bir kont, at üstünde bir şövalye, kabarık elbiseli bir Fransız asilzadesi çıkacak gibi hissediyorsunuz.
Bu yapılardan en bilineni, Annecy Kalesi yani Musee Chateau d’Annecy, eşsiz manzarasıyla şehirde görebileceğiniz en büyülü şeylerden biri…

İSTERSENİZ DOĞA YÜRÜYÜŞÜ

Yeter bu kadar mimari, biraz da doğada gezelim diyorsanız ki, yukarıda saydıklarımı yaptıysanız muhtemelen günün yarısını geride bıraktınız. Artık göl kenarına ve hemen yanındaki Champ de Mars parkına gidebilirsiniz. Burası da kontların, düklerin değil de daha çok Heidi ve Clara’nın karşınıza çıkacağı hissini veren bir yer. Karşınızda Alp Dağları, bir tarafınız alabildiğine mavi, diğer tarafınız alabildiğine yeşil…
Mevsim kış ise, dağların üzerindeki karlara bakarak kestanenizi yiyebilir, yazsa dilerseniz gölde yüzebilirsiniz. Deniz bisikleti ya da küçük bir tekne kiralayıp göl gezintisine çıkabilirsiniz. Şanslıysanız şehirde sık sık yapılan festivallerden birine denk gelmiş olabiliriniz. Fakat festival yoksa bile her daim festival kadar canlı ve hareketli olan Canal du Vasse kenarında gezebilir, ‘Aşıklar Köprüsü’nden (Pont des Amours) geçebilirsiniz. Burada mutlaka bir sokak şarkıcısı duyar, kulaklarınızın pasını silersiniz.

DÜNYA MUTFAĞI BURADA

Bu kadar zaman gezdiniz, ‘Ne yiyeceğiz burada?’ diyorsanız, hiç merak etmeyin; bu şehirde asla aç kalmazsınız. Fransız mutfağından bir tercih yapabileceğiniz gibi, pizza ve makarnanın da en az İtalya’daki kadar lezzetlisini bulabilirsiniz. Fransa; Fas, Tunus, Cezayir başta olmak üzere çok sayıda milletin yaşadığı bir ülke. Dolayısıyla çok geniş bir yelpazede seçim yapabilirsiniz. Hatta Hint ve Pakistan mutfağını yahut Uzak Doğu mutfağını bile tercih edebilirsiniz. Yok, ben nereye gidersem gideyim ille de Türk mutfağı isterim diyorsanız, o da var! Oldukça küçük bir şehir olmasına rağmen iki büyük Türk restoranından birini de seçebilirsiniz. Buraya kadar geldiniz, bir Fransız tatlısı yemeden gitmezsiniz umarım. En iyi tatlı ve pastaları yiyeceğinizi iddia edersem abartmış olmam.

KONAKLAMAK MÜMKÜN

Hemen geri dönmeyelim konaklayalım derseniz, o da mümkün. Şehir içindeki küçük taş otellerden birinde konaklayabilir şehrin gecesini de yaşayabilirsiniz.
Alpler’in incisi, Fransa’nın Venedik’i Annecy; yüzlerce yıllık tarihiyle zaman tüneline girmiş gibi hissettirecek, hiç bozulmamış doğasıyla sanki ilk kez siz keşfetmişsiniz duygusu yaşatacak ve unutamayacağınız şehirler arasına girecek.

Exit mobile version