Röportaj: Gülay Kurt
Zemfira Akman… Azerbaycan’dan Türkiye’ye gelmiş başarılı bir sanatçı. Ailesinden miras olarak aldığı sanatçı geleneği devam ettiriyor. Bu ay Zemfira Hanımla Azerbaycan’dan Türkiye’ye uzanan hikayesini, iki ülke arasındaki gönül bağını, Zemfira Hanım’ın İstanbul günlüğünü… Hepimizin yüreğini yakan Hocalı katliamını ve Hocalı’dan sonra Azerbaycan halkının yaşadıklarını konuştuk. Zemfira hanım sanatçı gözüyle dünyaya, İstanbul’a bakışını ve Hocalı katliamının geride bıraktığı izleri anlattı. Sanatın ve asaletin buluştuğu noktada bir gülüp bir ağladığımız içten, samimi bir söyleşi yaptık.
Zemfira Hanım. Sizden Azerbaycan’dan Türkiye’ye geliş hikâyenizi dinlemek isteriz.
1995 yılında İstanbul’dan, Türkiye’den Bakü’ye Turizm ve Ticari kaygılarla Türkler çok geliyorlardı. Bu gelenlerin içinde rahmetli ünlü müzisyen Barış Manço, Cumhurbaşkanı Sayın Turgut Özal’ın oğlu Ahmet Özal da vardı. Tabi bu gelenlerin bir bölümü Resim Heykel gibi Görsel Sanatlarla da ilgileniyor ve Babam Or. Prof. Ressam Ali Verdiyev, konukları ile ilgileniyor ve evimizde ağırlıyordu.
Anneniz de başarılı bir sanatçı, değil mi?
Evet, Annem Tamilla Seyidova Heykeltraş, Ressam. Önemli Koleksiyonlarda Tabloları ve Bakü Müzelerinde Eserleri olan Devlet Sanatçısı’dır. Önemli eseri; ‘’Karabağ Şikestesi’’ dir. Bu konuklar çeşitli sanat eserleri satın almışlar ve Babam da bu beylerin Portrelerinin çizimini yapmıştı. Babamı İstanbul’a Türkiye’ye davet etmişlerdi. Babam bir süre sonra bu davete icabet edip İstanbul’a geldi. Burada çeşitli işadamlarının da portrelerini resmetti ve tablolar yaptı. Kayseri Erciyes Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde görev yaptığı sırada 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel Portrelerini de çizdi. Bir gün Babam beni İstanbul’dan telefonla aradı ve kızım çantanı hazırla, seni İstanbul’a Türklerin yaşadığı yere getireceğim dedi. Bu cümleyi duyunca ben biraz korktum.
Türkiye’ye gelmekten sizi neden korkuttu?
Çünkü uzun zaman önce Türkiye ile ilgili birkaç kitap ve Aka Gündüz’ün yazdığı Üvey Ana Romanını okumuş ve ortaçağ mentalitesi olan bir ülkeye gideceğimi düşünüyordum. Sonunda geldim. Babam İstanbul’dan ayrılmadan önce ve ben geleceğim diye, İstanbul’un merkezinde büyük ve ferah bir ev kiralamayı düşünmüş. O sırada tanıdığı ve resim yapan arkadaşı Mehmet Kanık ile konuşmuş. Türkiye’nin Van Gogh’u olarak addettiği Ressam Mehmet Kanık’a sorar ‘İstanbul’un merkezi neresi? İstanbul’un merkezinde ev tutacağım’ diye. Ve cevaben Mehmet Kanık ‘İstanbul’un merkezi Fatih, Küçük Pazar, Cibali Karakolu Haliç tarafı ve birçok yazar eserlerini burada yazmışlardır…’ der. Babam bu fikri destekler ve oradan bir ev kiralamasını rica eder.
Yeni bir ülke, yeni bir şehir, yeni bir ev… Bu yeni hayat yenilik size neler hissettirdi?
Cibali Karakolu mahallesinde tutulmuş bu eve gelirken, okuduğum Romanı hatırladım ve ilk gözüme çarpan, sokakta başlarında iğne oyalı rengarenk yazmalı kadınlar, kapı önünde oturmuş iğne oyası yapan hanımlar. Sokak köpeğine iyi davranan çocuklar ve o köpeğe yemek veren anneler. Sokağa girdiğimiz an etrafımıza toplanan çocuklar ve büyükler bize yardım etmeye çalışıyorlardı. İlk andan anladım ki bu halkın yüreği merhametli ve çok sıcak. Bakü’de böyle bir manzara yoktu.
Kendinizi nereye ait hissediyorsunuz?
Bir gün hava güneşli iken Galata Köprüsünden İstiklal Caddesine ve yürüyerek Taksime, Nişantaşı ve Ulus’a gelmiştim. Gördüm ki İstanbul’da, Tarihi ve Modern cadde, sokak ve binaları da var. Bakü gibi. Daha sonra Şişli’ye taşındım. Geriye dönüp baktığımda anlıyorum ki, Anadolu’nun farklı kültürlerini bir arada taşıyan bir semtte yaşadım. İyi ki o semtte bir süre yaşadım ve Türkiye’yi Fatih semtinden tanıdım. Anadolu’nun sıcak kalpli insanları, keyifli akşam sohbetleri, komşuluk ve aralarında yardımlaşmayı görerek yaşayan biriyim. Şimdi bana nerelisin diye sorulduğunda, Fatihliyim diyorum.
Azerbaycan’a dair unutamadıklarınız, özledikleriniz neler?
Azerbaycan’da unutamadıklarım ve burada özlemi içinde olduğum : Resim, Heykel, Müzik gibi sanatların hemen her yerde, sokaklarda ve meydanlarda hatta yapılan binalarda görülebilir olması. Şiir, Kitap ve Edebiyata dair görsel haberleri de özlüyorum. Tabi Bakü’de, 20 Ocak 1990 gününü, ölen komşularımı ve yaralıları taşıdığımı da unutamıyorum..
Hocalı katliamı yaşandığında neredeydiniz?
20. YY Hocalı Katliamı sırasında Bakü’de idim. Halk bu vahşet dolu katliamı, 1 hafta sonra medyadan öğrendi. O hafta içinde herkes birbirine ‘’kan kokusu var’’ hissediyor musunuz diye soruyordu. Hava sürekli bulutlu, bir matem havası hatta yağmur bile hiç durmadı. Gökler de ağladı.
Katliamın nedeni neydi?
Hocalı Katliamının tek nedeni; bizim Türk oluşumuzdur. Çünkü 1936 yılına kadar bizim kimliğimizde tabiiyeti ‘’Türk’’ yazılı idi. Daha sonra Stalin’in kararı ile ‘’Türk’’ sözcüğü silinip, ‘’Azerbaycanlı’’ yazıldı. Türkiye ile Azerbaycan arasındaki maddi manevi bağlar koparıldı. Yaşananlar aslında katliam değil, ‘’26 ŞUBAT 1992 Hocalı Soykırımı’dır’’. Ermeniler bize hiçbir zaman ‘’Azerbaycanlı’’ demediler. Her zaman ‘’Türk’’ dediler. Ermenistan’ın o günkü yöneticileri bu ‘’Hocalı Türk Soykırımı’na’’ katılıp, kaç ‘’Türk’’ öldürdükleri ile övünenlerdir. Araştıran, sorgulayan mahkeme de yok. Dünya devletlerinin de ‘’Türk’’ aleyhine çifte standartlarını gördük.
Hocalı katliamını dünya görmezden geldi. Bu durum Azerbaycan halkını nasıl etkiledi?
Sovyetler dönemi kardeşlik duyguları ile beslendik ve biz Türkler bu ‘’Hocalı Soykırımı’’ için hazır da değildik. Biz Azerbaycanlılar olarak çok değiştik ve bu ‘’Hocalı Soykırımı’’ ile kendimize gelerek, asla unutulmaması gerektiğine inandık ve yaşatacağız. Türk Halkı bu ‘’Hocalı Soykırımı’nı’’ unutmayacak. Ben bir Ressam olarak diyorum ki Sanat’ın (Edebiyat, İşitsel, Görsel), ‘’Halkın Hafızasını’’ diri tutmak için büyük bir etkisi var.
Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinde iki devlet tek millet söylemi hakim. Bunun Azerbaycan’daki yansıması nedir?
Azerbaycan ve Türkiye… Bizde böyle söylenir ‘’Ayrılır mı Gönül Candan, Türkiye’den Azerbaycan’’. İki Devlet Bir Milletiz.
Zemfira Hanım başarılı bir sanatçısınız. Sanatçı gözüyle içinde bulunduğumuz yüzyıla, insanlara, olaylara baktığınızda ne görüyorsunuz?
Burası istek ve arzular dünyasıdır. Gördüğüm her şey bir dileğin maddeye dönüşmüş halidir. Dilerim ki tüm arzular yapıcı olsun. Sanatçılara büyük görevler düşüyor. Çünkü tüm istek ve arzuları tasarlayıp, bir esere dönüştürebiliyorlar. Bu dünyaya tüm dünyayı kapsayan kültürel değerleri içeren eserler bırakmalıyız..