BAŞÖRTÜSÜNDEN BONE’YE SOSYOLOJİK DÖNÜŞÜM

ÜMMÜGÜLSÜM TAT

1960 yılı. Rahmetli Menderes’e ve arkadaşlarına karşı darbe yapıldı, bir Başbakan asıldı, Türkiye’de dindarlık ve dindarlarla sosyoloji üzerinden büyük bir mücadele başlatıldı. Menderes döneminde yaşanan köyden kente göç dindarların şehirlere gelmesi, cami derneği kurması, kamusal alanda görünür olması gibi darbecileri rahatsız edecek başlıklar içeriyordu. Türkiye modernleşmesi ilk eksen kaymasını yaşıyordu. Ezanın Türkçe okunduğu, Kuranı Kerimi okumanın, öğretmenin ve öğrenmenin yasak olduğu bir Türkiye’de bu eksen kayması pek çok grubu, insanı rahatsız etti. Darbe yapan askerler sonraki yıllarda en etkilendiğiniz kitap sorusuna ‘Beyaz Zambaklar Ülkesinde’ yanıtını verdi. Bu kitapta ideal vatandaş, ideal toplum, ideal devlet üçlemesi vardı ve bu üçlemede dindarlara yer yoktu. Türk modernleşmesi şimdilik büyük bir depremle ‘ait olduğu’ yere iade edilmişti.

Darbe sonrası Türkiye’de dindarlık pratikler üzerinden tartışıldı. Siyasi ve sosyal hareketler, gruplar, olaylar… Tüm bunlar yaşanırken kişilerin kendi hikayesi çok fark edilmedi. Tek etiket vardı: Dindarlık. Her şey bu etiket etrafında odaklanıyordu. Cinsiyet, ekonomik durum, meslek hiç fark etmiyordu. 

1970 yılına geldiğimizde dindarların, dindar kadınların hikayelerini duymaya başladık. Başörtülü doktor, başörtülü hukuk öğrencisi, başörtülü yazar… Özneler hep başörtülü, hikayeler birbirinden farklı, mücadele ise aynıydı. O yıllarda başörtüsü pasif bir özne haline getirilmek isteniyordu. Köyden kente göç, kalabalık ailelerden bir anda kendisini kamusal hayatta bulan kadınlar, başörtüsü takmanın çok zor olduğu dönemler yaşanıyordu. Şehirli kadınlar başörtülüleriyle nasıl devam edecekti? Ne giyinecekti? Tesettür şehirde nasıl bir form kazanacaktı?

Tüm bu soruları derli toplu soracak biri aranıyordu. Sorular acil bir şekilde cevap bulmalıydı. Derken Şule Yüksel Şenler ile tanıştı Türkiye. Başörtüsüne, tesettüre kazandırılan yeni form kadınların kamusal alan mücadelesini güçlendirdi. Bu arada bir darbe daha yaşadı Türkiye. Dindarlar bu darbeden de kendilerine düşen payı aldı.

1980 yılı… Artık üniversitelerde başörtülü kızlar var. Darbenin hemen sonrası. Şimdi başörtülü öğrenciler ne olacak? Hiç makul vatandaş olamamış bu kızlara öğretmen, doktor payesi nasıl verilecek? Bu paye diyelim ki verildi. Sonrası ne olacak? Akıllarda yüzlerce soru. Başörtüsü siyasal bir simgedir tartışması 80’lerin sonunda başladı.

Başörtülülerin görünürlüğü arttıkça tartışma da hızlandı. Muhafazakar siyasetin arka planından yapılan okumalarla tartışılıyordu başörtüsü. Yasaklar üniversitelerin bazılarında devam ediyordu. Rektörlerin, dekanların, hocaların inisiyatifindeydi başörtülü okumak. Türkiye başörtülü kadını kamusal alanda nereye koyacağını bilmiyordu.

90’lı yıllar dünyada feminizmin yükselişe geçtiği bir dönemdi. Türkiye de bu durumdan etkilendi. Başçrtülü kadınlar da acaba feminist miydi? Evet ciddi ciddi bunları tartıştığımız yıllar, dönemler oldu. Bu süreçte kadınlar kamusal alana daha çok çıktı. İpek başörtüler, renkli pardesüler o yıllarda modaydı. Ayakkabılar düz, çantalar gösterişten uzaktı. Başörtüsü ayette tarif edildiği gibi omuzları kapatacak şekilde örtülüyordu. Gelinlikleri tesettürlü hale getirmek terzilerin marifetine kalıyordu. Bir yanda özgürlük, siyasal simge, İran’a ya da Suudi Arabistan’a gidin tartışmaları… Diğer yanda konfeksiyondan markalaşmaya adım atan pardesücüler. Hayatlarımızın ne renkli, en tartışmalı dönemini yaşıyordu.

Dönemin kodlarında Tekbir muhafazakar kadın giyimin ilk markasıydı. Bir pardesü almak için çok büyük paralar ödemeniz gerekiyordu. Muhafazakar medyada reklam yapıyordu. Tesettür defileleriyle sınıf atlamanın ilk basamağı geçiliyordu. Markalar yavaş yavaş ipek başörtüler çıkartmaya başladı. Başörtüsünü başınızda sabitlemeniz oldukça zordu. İç yemeniler takarken kayıyordu. Pardesüler yıllar geçtikçe daha detaylı tasarlanıyordu. Türkiye’de gündem  Siyasal İslam başlığıyla 28 Şubat’a hazırlanırken tesettür firmaları her gün yeni bir tasarım üzerinde çalışıyordu.

Derken 28 Şubat post modern darbesi yaşandı. Bu darbe 1000 yıl sürecek dediler. Ekranlarda imam hatip lisesi öğrencisi 13-14 yaşındaki kızlar. El ele tutuşarak eylem yapan üniversite öğrencileri.

Başörtüsü artık milli güvenlik meselesiydi. 13 yaşında başörtüyle okula gitmek istemek rejimi yıkmaya niyet etmekle bir sayılıyordu. Her haber bülteninde, gazetelerin ilk sayfalarında bir başörtülü vardı. Hedef gösteriyorlardı. Parmaklarıyla bizi işaret ediyorlardı.

Şu an bulunduğumuz dönemden bakınca o yıllar aslında başörtülülerin görünürlüğünü arttırdı. Evet sistem tarafından kabul edilmemiz yıllar aldı fakat toplum o yıllarda başörtülüleri gördü. Okullardan atılmalar, işten kovulmalar, emeğin sömürülmesi, yarı yolda bırakılmalar, göz altılar, mahkeme salonları, tutuklananlar, nüfus cüzdanına el konulanlar, ailesinin yanına dönemeyenler…  Dindarlar büyük bir imtihandan geçiyordu. Başörtüsü eylemlerinin üniversitelerde zirvede olduğu dönemde FETÖ elebaşı Gülen’in ‘Başörtüsü futurattır’ açıklaması mücadelemizde yeni bir cephe açmıştı. FETÖ’ye bağlı öğrenciler bir gecede başlarını açtı. Başörtüsü bir bez parçası tartışmaları başladı. ‘Bak onlar açıyor başını, sen neden inatla okula böyle girmeye çalışıyorsun’ cümlesi başörtüsünün hak ve özgürlük mücadelesine büyük bir neşter vurdu. Bu neşteri ilk vuruşlarıydı. 15 Temmuz’da Türkiye’de dindarlık adı altında neler yapabildiklerini görmemiştik henüz.

Okula alınamayan, işe gidemeyen kadınlar şimdi evde ne yapacaktı? Enerjilerini nerede kullanacaktı? Herkes kendi çözümüyle tamamlıyordu hikayesini. Okul değiştirenler, alternatif eğitim almak isteyenler, yurt dışına çıkanlar… Başörtüsünün hikayesini kadınlar sessizce yazmaya başladı. Bu süreçte tesettür firmaları markalaştı. Artık markalar vardı. Size üç beden büyük gelen, kesinlikle başınızda durmayan, yazın terleten, kışın üşüten ve avuç dolusu paralar ödediğiniz pardesüler, başörtüler yoktu. Kumaş kalitesi, dikiş, tasarım değişiyordu. Günlük, kullanışlı ürünler piyasaya sürülmeye başlandı. Fakat bu sırada başörtüsü küçüldükçe küçüldü.

Bırakın omuzları örtmeyi, boyunlar bile açıkta kaldı.

90’lı yılların sonuna doğru başımı örttüm. Başımı örttüğümde üzerime giyinecek bir şey bulmak en büyük meseleydi. Yaşınıza uygun, bir öğrencinin giyineceği kıyafetler bulmak neredeyse imkansızdı. Yine de aklımızda hiçbir soru işareti olmadan başımızı örtülüyordu. Başımızı örtmenin Allah’ın farzı olduğuna sonuna kadar iman ederek yapıyorduk. Hiçbir soru işareti yoktu. Evet başını örtmek zordu ama bu başımızı örtmeyi asla engellemiyordu.

Instagram fenomenleri başörtülü kadınların ‘kahramanı’ olunca başörtülü kadınların hikayesinde büyük kırılmalar yaşandı. Toplam 5 darbe görmüş, defalarca yasaklanmış, üzerinde sosyolojik deneyler yapılmış, ikna odalarına maruz kalmış başörtülüler fenomenlerle tekrar imtihan oldu. Bu imtihan diğerlerinden başkaydı. Fenomenler sürekli al dedi. Satın al, indirimden al, sezonda al, sezon sonu al ama mutlaka al. Önce gör beni dedi sonra göster kendini. Elinde akıllı telefonu olan herkes bir kanal, her hayat bir hikaye, her insan bir şirket… Satış yapak ve kazanacaksın. Kazanırken kaybettiklerini düşünmek yok. Takipçi sayısı kadar değerin olacak. Muhafazakarların yeni sosyolojisi ve yaşanan dönüşümlerin etkisiyle tüm kahramanlar sosyal medya aracılığıyla eritildi. Yeni kahramanlar fenomenler oldu. Onlar markalarla işbirliği içinde bir yıkım çalışmasına başladılar.

Yeni trend başörtüsünün aksesuar olmasıydı. Herkes her kıyafeti giyinebilirdi. Bedeninizi teşhir etmesi, renklerin dikkat çekmesi, etek boyu, pantolon paçası hiç sorun değil.  Makyaj zaten olmazsa olmaz. Siyasal simge, bez parçası, milli güvenlik tehdidi olan başörtüsü artık aksesuar oldu.

Son günlerde baş açma hikayeleri dolaşıyor story’lerde. Herkesin bir hikayesi, story’si var. 24 saatte kayboluyor. Yani ömrü 24 saat, yaşa ve geç. Unut. Her şey unutuluyor, siliniyor story’lerde. Fenomenlerin baş açma hikayelerini izliyoruz. Tesettür markalarından milyonlar kazananlar, daha geniş bir alanda parlamak isteyenler, başörtüsünü sadece davetlerde takanlar, başörtüsünün farz mahiyetini tartışanlar… Allah’ım neler neler. Baş açma hikayelerinin ışıklar altında anlatılacağını ve bunun alkış alacağını söyleseler kim inanırdı? Başörtüsü takmamanın bir kahramanlık mücadelesine dönüşeceğini aklımız alır mıydı?

Türkiye’de muhafazakarların imtihanı yine başörtüsü. 1960 yılından bu yana bu imtihanın tüm formlarıyla sınanıyoruz. Fenomenler başlarını açıyor, buradan bir hikaye çıkartıyor ve yeni linkler paylaşıyor. Seyrediyoruz.

Başörtüsü farzdır. Başörtüsü mücadelesi ne fenomenlerin ne de tasarımı tesettürden kopartmayı kendine görev bilen modacıların, yatırımcıların elinde değildir. Başörtüsü Allah’ın tüm Müslüman kadınlara emridir. Başını örtmek, açmak kişinin kendi tercihi, hayatıdır. Fakat başörtüsünü çıkartma hikayesinden kendisine yeni kuleler inşa etmek isteyenler aldıkları vebali düşünmelidir.

Başörtüsünü bize farz kılan ve sevdiren Allah’a hamd olsun.

Exit mobile version