Benim Adım Mutluluk

 

Siz kalplerinize mutluluğu ekmediğiniz müddetçe bir diken gibi kaplar bu duygular tüm benliğinizi.

Mutluluğa açılmayan her gönül kapısında gizlidir öfke.

Size o kadar yakındım ki, dokunsanız tutardınız beni. Her an her mevsim, size taşıdım kendimi. İlkbaharın açan tomurcuklarında, gizledim. Siz de tomurcuklanın istedim. Yapamadığınız ne varsa geçmişe dair başlayan günle beraber filizler açsın yüreğinizde istedim. Yazın gelen o coşkuyu kuş sesleriyle fısıldadım kulaklarınıza. Taze açan meyvelerde görün beni istedim.

Yeşilliklere serdim kendimi belki fark edersiniz diye. Sonra sonbaharın dökülen yapraklarında -siz hazan mevsimi dediniz buna- sarıya boyadım tüm renkleri. Belki bu rengi de beğenmemişsinizdir diye ince ince  süzüldüm her kar tanesiyle şehrinize. Bir de baktınız her yer bembeyaz tüm kötülükleri kaplayacak kadar beyaz oldum. Siz yeni sayfalar açın diye hayata dair. Gökyüzünü bazen maviye bazen beyaza boyadım. Yağmur taneleriyle değdim gül yüzünüze. Güller açsın diye. Bazen siyah oldum. Can dostum hüznün rengini göstermek için acıların gelip geçici olduğunu anlamanız için. Ama fark etmediniz beni. Her defasında yüzüme kapattınız gönül kapılarınızı. Her gün bıkmadan yılmadan geldim pencerenize bir kuş gibi süzülerek geldim fakat perdelerinizi çektiniz üstüme. Evet, benim adım mutluluk. Yalnız kalmak istemezdim bu şehirde. Sanırım terk edildim.

Söyledim ya hüzün benim can dostumdu diye. Biz önceden beraber gezerdik. Bazen o önce girerdi evlere bazen ben. Onun yanında mutlaka olurdum. Hüzün dediysem çikolata kaplı hüzünlerdi bunlar. Siz hayatın güzelliklerini daha iyi fark edin diye. Bazen acıda katılırdı bize. Biraz elem olurlardı biraz keder hastalık olup yanaşırlardı size. Sağlığınızın sıhhatinizin kıymetini daha iyi bilin diye.

Bir dostun acısında hissedebilirdiniz onları bazen de terk eden bir sevgili. Belki nankör bir arkadaş. Hani keşkeleriniz vardı ya sizin yapamadığınız keşkeleriniz… Başlamak isteyip de başlayamadığınız her şeyde onlar vardı işte. Hak ettiğiniz hayat bu değildi. Siz çok daha iyilerine layıktınız. Fakat siz hep acılarda hüzünlerde kaldınız. Oysa benim elimde bütün bunlardan sonra sizi bekleyen çok büyük hediyelerim vardı.

Nedense beni hiç fark etmediniz. Sıhhat bulduysanız teşekkür dahi etmediniz. Kaybettiğiniz ne varsa hep yerine fazlasıyla koymaya çalıştım görmezden geldiniz. Evet can kayıplarının yerine bir şey koyamazdım belki ama yeni doğan bebekleri de fark etmediniz. Zaten hayat aldığınız her nefeste sizi buradan göçüp giden sevdiklerinize yakınlaştırmakta. Nedense idrak etmek istemediniz.

Bazen yakınlarınıza söylettim bu kelimeyi. Beni hatırlayın diye. ”Sen mutluluğu hak ediyorsun” diye fısıldadı kulağınıza. Kulaklarınızı tıkayıp kendiniz için hiçbir şey yapmadan her şeyin değişmesini bekleyerek vaktinizi heder ettiniz. Oysaki çok seslendim size, “Benim adım mutluluk hayatınız da bana da yer açın.” diye.

Küçük bir çocuğun sesi oldum zaman zaman, bazen oyunlarınızdaydım ,zor durumda kalan bir arkadaşınızın sesi olarak seslendim. Bazen kapınızdaki bir dilenci bazense karşıya geçemeyen bir ihtiyar. Mırıldanarak geldim çoğunda kapınıza karnımı doyurun diye  veya titreyen bir köpek yavrusu.

Yetimhanede terk edilmiş bir çocuk oldum bazen sokağa atılmış bir ihtiyar. Bazen derslerinden geçemeyen talebenin sesiydim. Bazen gece bazen gündüz oldum. Gecelerde karanlığı süsleyen fenerler gibi yıldızlardan baktım size. Gündüzse güneşin ışınlarıyla girdim evlerinize. Türlü türlü halim vardı fakat siz hiç tanımadınız beni.

Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın dediniz. Hal bu ki siz yaşatacak değerleri elinizin tersiyle ittiğinizin farkında değildiniz. Çocukları evlere hapsettiniz kalpleri okyanuslara sığmayan o minicik bedenleri adımları kadar küçük olan odalara hapsettiniz. Böylelikle alıştılar dar kalıplara sığmaya. İsteksizce istekleri oldu sizden. Belki bir oyuncaktı bu belki bir tablet. Hayır demediniz. Çünkü biliyordunuz yanlışınızı. Sussun diye her istediğini aldınız belki. Peki, mutlu mu oldular? Hayır, sadece alıştılar. Susmaya alıştılar bitmek bilmeyen enerjilerini televizyon karşısında oturarak dizginlemeye alıştılar. Onlar artık bıkkın ve yorgun ama hala koca adam ruhunda çocuktular. Kaç defa geldim sokaklara parklara; bütün sokaklar terk edilmiş sanki mahpustular.

Sonra büyüdüler isteksiz hedefsiz okul hayatına atıldılar. Kimisi derslerden başını kaldırmadı kimisi de hiç derslere sarılmadı. Ben yine yanlarındaydım ama onların benden bir isteği olmadı. İş güç derken ev oldular yuvalar kurdular. Bir bebek müjdesiyle geldim onlara. Evet, yüzlerini bir nebze de olsa güldürdü bu müjde. Dudaklarında tatlı bir kıvrımla bir zaman dolaştılar. Fakat hayatın ağır yükü deyip koşturmaya başladılar. O yükün altında ezildiler ve ezdiler. Hayatı kendilerine zindan ettiler. Hal bu ki her şey onların mutluluğu içindi. Hayatı mutlu olmak için kullanmak yerine mutluluklarını hayata teslim ettiler.

Sizin için mutluluk paylaşmaktı. İhtiyacı olanın yanında olmaktı. Kendi çocuğunuz olmasa da bütün çocuklara o engin yürekle sahip çıkmaktı. Dokunmaktı yetim bir çocuğun başını okşamaktı. Sahipsiz bir hayvana sahip çıkmadı. O ihtiyarın dualarında saklıydı mutluluk. Sizin için mutluluk her güne şükrederek başlamaktı. Nefes alabildiğiniz için hala yaşayabildiğiniz  için. Güne tebessümle başlamaktı. Eşe dosta canı gönülden gelen bir tebessüm. Unuttuğunuz oyunlar da saklıydı mutluluk. Belki geçmişte kaybettiklerinizde. Evet, evet kaybettiklerinizde. Çünkü kayıp sandığınız her şey sizin tecrübelerinizdi. Sonrasını beklemediniz bile. Size kazandıracaklarınızı görmek istemediniz. “Evet, benim adım mutluluk kaç defa çaldım gönül kapınızı.”

Mutluluğa açılmayan her gönül kapısında gizlidir öfke. Benim olmadığım yerde bana düşman olan: İntikam haset dedikodu vardır. Hırs vardır. Sonra bu hırs büyür gözünüzde. Kibir olur sizi yakar. Şeytanı yerinden eden kibir çalar gönül kapınızı. Siz kalplerinize mutluluğu ekmediğiniz müddetçe bir diken gibi kaplar bu duygular tüm benliğinizi.

Eskiye dair kadim dostlarım yok değil. Onlar da olmasa unutacağım adımı. Bu dostlar maddi açıdan fazla bir şeyi olmayan dostlar. Eskiden kalmış çok eskiden kalan; belleri bükülmüş ihtiyarlar. Arkadaşım kanaati iyi tanıyan insanlar. Azla yetinen çokla övünmeyen maneviyatı yüksek insanlar. Hayata karşı ellerinde ki bastonlarla dimdik duran kadim dostlar.

İşte son kez bu kadim dostları alıp bütün gücümle sesleniyorum size. Yılgın ve yorgun yüreğimle… Sanıyorum son demlerimizi yaşıyoruz. Arkadaşım kanaat ve ben. Belki bu insanlardan başka bizim yaşadığımıza kimse tanıklık etmeyecek. Son mevsimin son şarkısı gibiyiz. Nedense beni hep mazide aradınız. “Mutluluk mazide kaldı” diye kurdunuz hep cümlelerinizi. Oysa siz maziyi yaşıyorken de mutlu değildiniz. Geleceğinde geleceğinden emin değilsiniz. Öyleyse nedir sizi tutan. Açın gönül kapılarınızı mutluluğa… Bırakın yüzünüze tebessüm olarak yerleşeyim.

  Aksi halde derin dehlizlerde kalırım. Bundan sonra adımı mutluluk değil acı koyarım…

Exit mobile version