Gazeteci Zeynep Türkoğlu: “Erkeklerin önemli bir kısmı bütün kadınlara, kadınların laik-seküler olanlarının çoğunluğu da dindar Kadına, Sınır Koyar, Had Bildirir”

Zeynep Türkoğlu… Ekranların sevilen yüzü… Başarılı bir spiker, gazeteci… Zeynep Hanımla medya ve kadını, gündemin kadın tarafını, kadın ve sigara tartışmalarını, terörü gizli özneye sığdıranları, Kudüs’ü ve daha çok bir konuyu konuştuk. Ekranlarda genellikle soru soran Zeynep Türkoğlu bu kez bizim sorularımızı yanıtladı. Gündemin karmaşasında belki de en keyifli söyleşiydi. Buyrunuz.
Zeynep Hanım, bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
Rumelili bir ailenin İstanbul’da doğmuş çocuğuyum. On iki kişilik bir aile, anne-baba, dede-babaanne, büyük nene, hala, amcalar, yenge, kuzenler… Hepsi bir ev içinde. Fazla-eksik, iyi-kötü, sevinçli-hüzünlü ne varsa o günün temellerinden miras. Çocukluk Eyüp-Fatih hattında geçti. Okul hayatım da hemen hep bu çizgide devam etti. Lisede iken katıldığım elemelerle TGRT FM’in çocuk kadrosuna girdim; 22 yıl önce… Bu mecra hayatımın kalanında etkili oldu. Psikoloji okumama rağmen önce radyo (TGRT ve Moral Fm), şimdi ise televizyon (24TV) ve gazete (Star) var hayatımda.


Ekrana ilk çıktığınızda ne hissettiniz? Kamera, ışıklar… Nasıl bir duyguydu?
Ekrandan evvel uzunca bir zaman radyo programcısı olmak bugünkü işimde en önemli mesleki birikimi oluşturmuştu. Bu bakımdan yine daha evvel yaptığım şeyi; araştırdığımı, öğrendiğimi aktarmak, soru sormak, bu kez farklı bir platformda, elbette kendine has şartlarıyla beraber uygulamak anlamına geliyordu, öyle de oldu. Çok şükür olduğunda fazla anlamlar ve görünürlük üzerine büyük değerler yüklemedim. Sadece yeni bir arkadaş ve çalışma grubuna dâhil olmanın heyecanını belirgin bir şekilde hissettiğimi hatırlıyorum. Çok şükür, hoş ve yardımsever insanlarla karşılaştım, desteklerini istedim, onlar da esirgemediler. Yine de ilk yayında kalbim diz kapaklarımda atıyordu sanırım, o titreyişin başka bir açıklaması olamaz. Geriye dönüp ilk günlerimi kayıtlarda seyrettiğimde tabii ki tecrübesizliğin izlerini görüyorum. Aradaki farkı görmek ayrıca memnun ediyor.
Televizyon programlarının görünen ve görünmeyen yüzü var. Sektörün bu konuda mutfağı nasıl? Orada kadın olmak zor mu?
Her işin ortaya çıkmadan evvelki hazırlık süreci, eğer ciddi olarak çalışıyorsanız, zahmetli, meşakkatli oluyor. İşin tabiatından kaynaklı zorluklar, insan faktörü… Ama sizin yüzünüzü yere eğdirmeyecek, utandırmayacak bir şey çıkıyorsa ortaya, o zaman zorluklar ürünün değerini arttıran şeyler olarak kalıyor zihninizde. Hayat bir bütün olarak, ben doğru, düzgün, ahlaklı yaşamak istiyorum diyen her insan evladına biraz zordur. Kadın olmanın ek maliyeti var mı derseniz, olmaz mı derim. Kağıt üzerinde eşitlik hayatta adaleti sağmaya yetse keşke. Ama olmuyor. Gerek kadın, gerek Müslüman tesettürlü kadın olarak çok sıkıntılar çekildi. Şimdi bunun kağıt üzerinde bir karşılığı var mı? Yok. Kanuni-hukuki düzenlemeler yetersiz mi? Detaylı incelenirse belki bulunur ama genel anlamda yok, temiz. Pekiyi bu zihinlerdeki ayrımcılığı, kompleksi, hoyratlığı tamamen ortadan kaldırıyor mu? Maalesef hayır. O bakımda hayat ben düzgün kalacağım diyene zor diyorum, bunu kadın-erkek değil, insan-ahlak meselesi olarak değerlendiriyorum.
Biliyorsunuz Hayrettin Karaman bir yazı yazdı ve ortalık karıştı? Müslüman erkekler Müslüman kadınlar için neden İslâm’ı anlama kılavuzları yazmakta ısrarlı?
Yazıdan başlayalım. Bir fecaat. İnsanlar haklı olarak çirkin imadan rahatsız oldular en fazla. Ama bunun dışında bir noktadan bahsetmek istiyorum. Teknik olarak kendi kendini nakzeden şeyler var. “Haram” diye adını koyduğun şeyi nasıl olur da alt kategorilerinde yumuşatır, buna olmaz ama şunlara şunlara olur diye sonuç çıkarabilirsin? Sayın Karaman diyor ki; kadın, büyüğün yanında küçük, hocanın yanında öğrenci içemez. Yani; erkek, büyük ve hoca içer? E hani haramdı? Şimdi bunları âlim imzasıyla mı yoksa yaşam rehberi-koçu veya kültür-gelenek gurusu olarak mı söylüyor? Bilerek detay veriyorum ki sadece kadınların erkek baskısına feryadı olarak görülmesin. Özelde bu örnekte, genelde başka tartışmalarda dini hükümlerin sulandırıldığı konusu da gözlerden kaçmasın. Müslüman erkeklere de selam; nasıl olunması gerektiğini anlatmak yerine, olsunlar, hep birlikte olalım. Öğreneceğiz bunları. Dünya hayatı bunun için var.
Türkiye’de yaşadığımız son gelişmeler muhafazakâr kadın imajını değiştirdi, dönüştürdü. Hâlâ da devam ediyor değişimler. Yolun sonu nereye varacak sizce?
Ben buna kısaca geçmişte, kısıtlanmakla, sınırlandırılmakla, yoklukla imtihan ediliyorduk, şimdi serbestlikle, varlıkla, imkânla sürüyor sınavımız diye bakıyorum. İmaj dediğiniz şey de özle ilgili. Görüntümüz, hayat tarzımız, dün engellendiğimiz alanlara giriş bileti aldıktan sonra nasıl bir seyir izledi? Değişimler iddia ettiğimiz Müslümanlığımızı zedeliyor mu, zedelemiyor mu, buna bakıyorum. O zaman da aşınmaları görüyorum. Bu aşınma bize zeminin sağlam olmadığını söylüyor. Şimdi yeni bir dönemden geçiyoruz. Uzun yıllar sıkıştırıldığımız yerden de belki biraz püskürerek çıkıyoruz. Bu taşanlar da onun süprüntüleri. Sadece kadın imajı mı konumuz? Hassasiyetlerimiz var mı, ya da neye karşı hassasız? Vaktimizi nasıl geçiriyoruz? Zaman bir nimet, farkında mıyız? Dilimiz nasıl? Dedikoduya, su-i zanna, iftiraya, yalana, hak edilmemiş para, şöhret ve imkâna karşı rahatsızlığımız var mı? Bunlarla samimi olarak hesabımızı görürsek, kendi cevabımızı verirsek –kimseyi hedefe koymak için değil, Müslüman nefsine bakar- iyi tarafa döneriz. Hiç umutsuz değilim, inançlıyım çünkü. Dertliyim ve dertlenenleri görüyorum, yalnız değilim…


Muhafazakâr olsun ya da olmasın kadınlar üzerinden topluma mesaj vermekten yorulmadık mı? Başörtülü, başı açık, laik, ulusalcı, Kemalist, çarşaflı, bikinili… Her birimiz Türkiye’nin kadınları olduğumuzun ve bu toprakların bizim olduğunun farkında mıyız?
Erkeklerin önemli bir kısmı bütün kadınlara, kadınların laik-seküler olanlarının çoğunluğu da dindar kadına, sınır koyar, had bildirir, biraz müşfik ise akıl öğretir, nasihat verir, bu böyle bir gelenektir. Bunlar önemli krizlere dönüşme potansiyeli olan, zaman zaman da bu potansiyelin açığa çıktığı ilişki biçimleri. Türkiye’de önce sosyoloji siyasete etki ederek AK Parti’yi vücuda getirdi. Sonra AK Parti kadının önündeki engelleri hukuki zeminde kaldırdı. Bu çok önemli ve hayatidir. Ama toplumun alışkanlıklarını değiştirmek, yasal düzenlemeden daha fazla zamana ihtiyaç duyulan bir şey galiba. Bu zamanı uzatan da /hangi kesimden olursa olsun/ erkek bağnazlığı ve seküler yobazlıktır. Ben hepimizin Türkiye’nin kadınları olduğumuzun yine de çoğunluğun farkında olduğu ve değer verdiği bir şey olduğu kanısındayım. Boşluklar olsa da farkındayız. Hep şuna inanmıştım, doğrulandığını düşünüyorum; biz enteresan bir toplumuz. Küçük sularda boğulup, fırtınalı denizlerden çıkmak gibi huylarımız var. İyiliğin, ahlakın, bilgeliğin, salim kafa ve kalbin sesi kısık ama derindir. Kötülük ve ahmaklıksa gürültücüdür. Bknz; bugünün Türkiye’si… Bu memleketi evi bilenler, burada ve sağlamdır, gerisi cehalet, iptila ve tamahkârlıklarında boğulup gidecek. Ama bitmez. Bunu da bilmek lazım.
Geçtiğimiz günlerde 15 Yaşındaki Eren’in şehadeti hepimizi hem ağlattı hem duygulandırdı. Fakat medya PKK sözcüğü geçmeden özetledi yaşananları. Terör örgütlerinin ismini zikretmeden onları lanetleyen medya dili hakkında ne düşünüyorsunuz?
Medyanın görevi 5 n-1k’yı vermekse, bunu veremeyen medya değildir. Kim katletti? Gizli özne! Ben bunlara medya-gazeteci demem, tamamen teknik sebeplerle! İşlerini yapsınlar veya yapmayacaklarsa desinler ki biz falanca örgütün sözcüsüyüz, açıklamalarımızı o gözle okuyun. İlk defa olmuyor bu. Daha beteri de defalarca oldu, oluyor. Şehit savcı Mehmet Selim Kiraz’ın DHKP-C tarafından katlinin ertesinde Cumhuriyet’te Ahmet Şık’ın haberinin manşetini hatırlayalım; “BU MECBUR BIRAKILDIĞIMIZ EYLEMDİR” Teröristlerin ağzıyla verdiler bunu. Saçma sapan zorlama bağlantılarla değil, bu yüzden mahkemeye çıkarılmalıydı bu adam, olmadı… Bu arada böylesi ahlaksızlığı bitirmenin en önemli ve kalıcı yolu, doğru ve ahlaklı habercilik yapmaktan geçer, lanetlemeyeni lanetlemekten değil. Güvenilir örnekleri çoğaltırsak, medya değil, terör örgütü sözcüsü oldukları daha net ortaya çıkar.
Kudüs Platformu’nda aktif olarak çalışmalar yapıyorsunuz. Platform nasıl bir yerden bakıyor, siz nasıl bakıyorsunuz Kudüs meselesine?
Küçücük bir toprak parçası düşünün, dünyanın bütün ekonomik, siyasi ve stratejik dengeleri oranın beline oturtulmuş olsun. Yerleşik düzen sahiplerinin istikbali oradaki devletin (İsrail) terörist varlığı ve uygulamalarına bağlı olsun. Ölenin, bitenin insan olması –hele Müslüman olduktan sonra- kimin umurunda? Son yüz yıllık Kudüs’ü böyle bir yer. Ve bu resim bize sergilediği illüzyonla şöyle diyor, zaten burada kan ve savaş hiç eksik değildi ki! Yalan! Kendi gerçeklerini, amaçlarını yutturmaya çalışanlar (Batı’nın tamamını kast ediyorum) söylüyor, biz de Kudüs’ün kaderi buymuş diyoruz. Ben de diyorum ki evvela şu ezberi yırtalım. Kudüs peygamber yatağı, insanlık tarihi için benzersiz ruhta bir şehir. Kısa süreli istila dönemleri hariç tarihi tamamen bu. Yani böyle gelmiş böyle gider diye bir kabulleniş söz konusu olamaz. Biliyorum ki Kudüs kendi özüne, fıtratına, huzur şehri olmaya geri dönecek. Ama biz öze dönmeden, insan olmadan, Kudüs özüne dönemez. Ve ben kadınım, ben Müslüman’ım, ben insanım diyen kim varsa, herkes de bu mesuliyetin içindedir.
En uzak hayaliniz nedir?
Hayallerimi kendime saklıyorum, söze dökülünce kaybolacaklar gibi geliyor.

Exit mobile version