Geleceğe Tevbe Etmek

İnsan kelimesi unutmak anlamına gelen “nisyan” kelimesinden türemiştir.  İnsan unutan, yanlışa düşünce hayata küsmeyen, yıkılsa da yıkıldığı yerden doğrulabilen iradeli varlıktır.

Medeniyetler, unutmanın üstesinden gelebilen bireyler tarafından sürdürülmüştür. Zira hakikati unutmak yoldan çıkarak mahvolmak demektir. “Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayınız! Onlar yoldan çıkan fâsık kimselerdir. (Haşr 59/19)

Çünkü “nefis aşırı şekilde kötülüğü emreden” (Yusuf 12/53) nefis, “insanı hâkimiyeti altına alıp onlara Allah’ı anmayı unutturan” (Mücadele 58/19) şeytan insana hakikati unutturan iki faktördür. Nefis ve şeytan faktörünü dikkate almadan yaşamak, insanın gizemlerle dolu varlık kategorisindeki cevherlerini ortaya çıkarma imkânını ıskalamaktır. İnsan içten nefsi ile, dıştan da şeytani unsurlarla sürekli hataya sürüklenir. Nefis ve şeytan, insanı beşer kategorisinden insan mertebesine çıkaran iki önemli sıçrama noktasıdır. İkisiyle yapılan mücadele insanı cansızlar ya da hayvanlar kategorisinden uzaklaştırıp insân-ı kâmil yolunda ona güç verir.

Herkes mücadelesi ve kavgası kadar insandır, kötülüğe itirazı kadar değil.. Zira eyleme geçmeden sadece var olan kötülüğe karşı sızlanmak kötülüğe teslim olmak demektir. İnsan değiştiren varlıktır. Eliyle diliyle buna da gücü yetmezse en azından kötülüğü benimsemez. Kötülüğü benimsememek de bir mertebedir şüphesiz; fakat hayata yeniden başlamak, hatadan dönebilmek, kendine format atmak ancak sosyal yaşama amel-i sâlihle adım atan kişilerin meziyetidir.

Kişisel düzeyde tevbe-inabe-evbe gibi yardımcı unsurlarla hataları tarihe gömme başarısı gösteren bir kişi, yıktığı enkazın üzerine yeni bina yapabilmek için sosyal hareketliliğe mecburdur.

Tevbe insana değişim imkanı veren en birinci unsurdur. Yaptığı hatalarla kendine yazık ederek kendine küsen insanın, kendisine darılmayan Rahman olan Allah’ın varlığını hissedebilme mutluluğudur tevbe.

Eskiye kırmızı çizgi çekmek, yeniye küsmek anlamına gelmez. Ayetlerde tevbenin ardından ıslah amel-i salih vurgusunun yapılması önemlidir. Günahlara veda etmek kadar sevapları inşa etmenin yolları gösterilmektedir. “Şüphesiz ki münafıklar, cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar. Onlara hiçbir yardımcı da bulamazsın. Ancak tevbe edenler, nefislerini ıslah edenler, Allah’ın Kitab’ına sarılanlar ve dinlerine Allah için candan bağlananlar müstesnadır. Onlar inananlarla beraberdirler. Allah müminlere büyük mükafat verecektir. (Nisa 4/146)

Sehl b. Tusterî’nin (ö. 283/896) dediği gibi “tevbe ileride yaparım demeyi, ertelemeyi (tesvîf) terketmektir.” (Kuşeyrî, s.95) Tasavvuf eserlerinde seyr-i sülûkte ilk makam olan tevbeden sonra mücâhede/cihad bahsinin gelmesi, tevbenin eyleme dönüşen bir karar olduğunu ispatlamaktadır. Bu durumda gerçek tevbe geçmişte yapılan hatalara verilen sözlü bir tepki olduğu kadar gelecekte yapılacak hataları en aza indirme planı ve programıdır.

Salt bir pişmanlık değildir tevbe. Pişmanlığını imana ve amele dönüştürme fırsatı veren Tevvâb olan Allah’a tevekkülü tazelemektir.

Tevbe, birbirine gadreden toplum fertlerinin zalim olarak mahvolup gitmesini önleyen bir fırsattır aynı zamanda. “Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir nâmdır! Kim de tevbe etmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir. (Hucurât 106/11)

Modern dünyada tasavvufla pişen, kıvama eren kişisel performansların sosyal kıvama dönüşebilmesi oldukça zorlaşmaktadır. Uzaktan eğitimlere mahkum olduğumuz bu günlerde örnek insan modelleri hızla hayatımızdan uzaklaşmaktadır.

Daha önce sosyal medyanın artan ivmesi ile hayatımıza girmeye başlayan adı konulmamış bir sosyal mesafe kavramı, koronavirüs salgını ile birlikte sosyalleşme sürecine, yani örnek kişilerin rol model olma sürecine darbe indirmiş görünmektedir. Son yıllarda hızlı toplumsal değişim ve dönüşümlerle zemini iyice sallanan manevi referansların tesir ve etki gücü de böylelikle sıfırlanma noktasına gelmek üzeredir.

Kriz dönemlerinde en basit çözüm yolu maziye sığınmak ya da karşılaşılan zorluklar üzerine ihtisas alanı olmadığı halde gereksiz yere kafa yormaktır. Genellemeler her zaman yanıltır.

Daha önce kültürümüzle uyuşmayan dizi ve evlendirme programlarına yer vererek günlük yaşamımızı felç ettiği için televizyon dizilerine yönelik yapılan eleştiriler, şimdi sosyal medyaya yapılmaktadır. Yediden yetmişe herkes artık sosyal medya bağımlısıdır. Süzgeçten geçmeyen her malumat ilim gibi algılanabilmekte, kaynağına bakmadan her paylaşıma imza atılmaktadır. Eskiden dedikodunun gıybetin günah olduğunu söyleyen bir toplum hep bir ağızdan dedikodu canavarına dönüşmüş durumdadır.

Cuma vaazında ya da katıldığı televizyon programında gıybetin zararlarından, laf taşımanın günahından bahseden bir konuşmacının sosyal medya hesabından şahıslara yönelik günübirlik karalama paylaşımları yapması artık normal görünmektedir.

Kaybedilen değerlerin yeniden inşası, yeniden inşa edecek önder kişilerin reflekslerine bağlıdır. Dünü bugününe, bugünü yarına uymayan karakteri oturmamış kişilerin şirazeden çıkan bir topluma verecekleri hiçbir olumlu katkı yoktur. Alimleri ârifleri bozulan bir toplumun ıslahı çok zordur.

Bireysel kulluk kaliteleri toplumsal kulluk kalitesini belirler. Özgürleşerek köleleşen modern insan, sosyal izalosyon dönemlerini çile doldurma seyr ü sülük vesilesi olarak değerlendirmelidir.

En büyük dönüşüm ilimle dönüşümdür. Kişinin bilgi seviyesini eğitim ve bireysel okuma faaliyetleri belirlerken, kişinin görgü seviyesini manevi beslenme kaynakları belirler. Günlük rutin yaşamın dışında takip ettiği disiplinli öğrenme faaliyetidir insana yaşam umudu veren.

Eski zamanlarda tekkelerde dervişlere ısrarla sürdürülen günlük evrâd u ezkâr eğitimi aslında moral dünyasını zikirle fikirle canlı tutma motivasyonu idi. Modern dünyada küçümsenen bu tür hatim, salavat, tesbihat gibi dini ritüeller sadece gözle ya da kulakla beslenmeye mahkum edilmiş bir insanın trajedisini yansıtmaktadır. Televizyon, internet ve sosyal medya, görsel parlaklığı ve malumatı sunmasıyla gözü ve kulağı doyursa da dil yetim kalmaktadır. Kalbin tefekkürü şükür, dilin tefekkürü zikirdir.

Özüne dönmek, öze dönme imkanı sağlayan bilgi kaynaklarına dönmek ile mümkündür. Ahlaki yaşamın en temel teşvik edici unsurlarından biri olan dinin iki kaynağı olarak Kur’ân ve sünnetin genel kültür düzeyinde değil, temel kavram ve terimleriyle bilinmesi, toplumsal farkındalığın artması için elzemdir. Okuma yazma seferberliği gibi herkese en azından Kuran’ın ahengini anlayacak kadar bir Arapça eğitiminin verilmesi kendine format atmanın yeni bir formülü olabilir.

Öğrenme heyecanını kaybetmiş toplumlar çürümeye mahkumdur. Ülkemizde dini konuların sathi olarak magazin düzeyinde konuşulmasının önüne geçmek için lafzıyla manasıyla bir sanat harikası olan Kur’ân-ı Kerîm’in huzur veren ortamına daha nitelikli bir donanım ile girme vaktidir.

Herkes ilahiyat eğitimi almak mecburiyetinde değildir. Bir heves olarak her bir bilinçli müslüman fert, kitabullahın lisanına yabancı yaşamanın huzursuzluğunu hissetmelidir.  Lafzına mahreçlerine dikkat edilerek okunan Kuran ve ezanların insanlarda dönüştürücü etkiler bıraktığı aşikârdır. Ses ve musiki alanındaki bu gelinen seviyeyi dini metinlerin anlaşılma aracı olan Arapça öğrenme ile tâçlandırma zamanıdır.

Gelişen dünyada çok farklı insan profilleri ortaya çıkmaktadır. İnsanı en iyi tarif eden araçlardan biri de şüphesiz edebiyat eserleridir. Dini dili ırkı ne olursa olsun sözün kıvamını bilen etkileyici bir şiirin mısraları, ruha hitab eden bir  romanın tasvirleri, yalnızlaşan, başkalarını ötekileştiren toplumlar için bir reçetedir.

Dini argümanlar katı ruhsuz bir söylemin parçası olmaması için edebiyat hemen hemen her evde varlığını hissettirmelidir.

Birbirine yabancılaşan insanları bir araya getirecek, onlarda uhuvvet ve kardeşlik ruhunu temin edecek en önemli unsurlardan biri de edebiyattır. Dini metinler yanında bugün hemen her müslüman edebiyat eserlerine ilgi duymak zorundadır.

Yüksek manevi değerlerin bozuk bir söylem ve üslupla aktarılması toplumda bazen nefrete kapı aralayabilmektedir. Özellikle dini söylemleri insana ulaştırma görevine sahip kimseler –yani bütün Müslümanlar- kendi seviyeleri ve imkanları kadar edebiyattan faydalanmalıdır.

Edebiyat öncelikli nitelikli okumanın bir meşguliyet olarak bütün topluma kazandırılması, sosyal tabakalar arasındaki iletişim için de önemlidir. Huzurevlerine de terkedilse belli ihtisas alanlarında uzman olan ya da okumayı bir tutku haline getiren yaşlı kimselerin yaşlılık dönemlerini daha verimli geçirdikleri malumdur.

Allah’a en yakın olan ameli soran sahabiye Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Dilin Allâh’ın zikriyle ıslak olarak ölmendir” cevabını vermiştir. (Tirmizî, Deavât,4( Harama, zulme ve mâlâyâniye sevketmemek şartıyla başta Kurân-ı Kerim ve hadis-i şerifler olmak üzere kişinin entelektüel düşünce dünyasını besleyen her okuma faaliyeti “dilin zikirle ıslanması” beslenmesi kapsamında değerlendirilebilir.

“Kişinin kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacağı gün kulakları sağır edercesine şiddetli ses geldiği vakit, işte o gün onlardan herkesin kendini meşgul edecek bir dert ve tasası vardır.”(Abese 80/33-37) ayetindeki kıyamet gerçeğine hazırlanmak için müslümanlar ölmeden önce bireysel boyutta diri kalmak zorundadır. Geleceğe tevbe etmek sabırla kendimizi inşa etmek, elest bezminde verdiğimiz söze sadık kalma serüvenimizdir.

“Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez. (Maide 5/105).

Exit mobile version