Hakikati Arayan Ruh

 

Sinema tekniğinin temeli, toplumsal kültürdür. Her toplum ya da her uygarlık birimi sinema tekniğinin ana çekirdeğini –sinematografisini– kendi sosyal kültürünün işlevlerine uygun olarak kurmak, geliştirmek durumundadır” diyen Ayşe Şasa Türk sinemasında Murat’ın Türküsü, Son Kuşlar, Ah Güzel İstanbul, Cemo, Kanayan Bosna, Utangaç ve Gramofon Avrat gibi filmlerin senaryosuna imza atmış, Yeşilçam’ın önemli senaristlerinden biridir. Hayatı bir yandan Batı düşüncesinin aklı putlaştıran yapısıyla içine düştüğü kuyudan çıkmaya çalışmak bir yandan da şizofreniyle mücadeleyle geçer. Bir gün yolu İbnü’l- Arabi’nin dünyasına çıkar. Artık onun için yeni bir dünyanın kapısı aralanmıştır.

ÇOK YALNIZIM

1941 yılında İstanbul’da zengin ve köklü bir ailenin kızı olarak dünyaya gelir. Batılılaşmayı idealize eden, cemiyet hayatına düşkün bir babanın; erkek evlat beklerken kız çocuğu olduğu için bir süre kızına süt vermekten imtina eden bir annenin evladı olan Şasa, travmatik bir ilk çocukluk yaşar. Ailesi kızları Ayşe Şasa’yı İkinci Dünya Savaşı’ndan kaçarak İstanbul’un varlıklı konaklarında çalışan ruhen travmatik- sürekli Şasa’nın yanında savaştan ve ölümden konuşan- önce Yahudi, sonrasında da Hıristiyan mürebbiyelerin eline teslim eder. Şasa bu yaşadıklarını “Ailem, bu insanları kafasında idealize ettiğinden, dadılarımdan fiziksel ve ruhi çok şiddet gördüm” sözleriyle dile getirir. Ruhen içine kapanan ve yalnızlaşan Ayşe Şasa henüz yedi yaşındayken “Ben çok yalnızım, bu notu bulan lütfen beni arasın” yazarak bir şişenin içinde denize bırakır.

MARKSİST ÇEVRE

Şasa, çocukluğunda inanç noktasında mürebbiyesi Schwester Katie’nin etkisinde kaldığını belirtir. Katie’nin ardından gelen mürebbiyenin, kendisine ve kardeşine sürekli şiddet uyguladığını ve bu nedenle nevrozunun şiddetlendiğini aktarır. Okula başladığında da çok başarısız olur ve lakabı “Aptal Ayşe”ye çıkar. Ortaokul son sınıfta gittiği bir psikiyatriste intihar etmek istediğini açıkladığında doktor ona “Sen bu topluma gerekli birisin, akıllı bir çocuksun!” tembihinde bulunur. Şasa, bu sözün onda bomba etkisi yarattığını ve o günden sonra toplumla arasında bir bağ kurmaya çalıştığını söyler.

Eğitim aldığı Robert Kolej’de kendini Marksist bir çevrenin içinde bulur. Nihilizm ve varoluşçuluk felsefesinin benimsetildiği kolej yıllarında Allah’ın varlığını sorgulamaya başlar. Başarısız Ayşe imajından lise sıralarında kurtulur. Daha parlak, kendine güvenli, sosyal bir öğrenci olur.

YOLUNU SEÇ

Lise son sınıfta “Derin bir bunalım” içerisinde olan Şasa, Yaşadığımız Odalar adında bir oyun yazar. Sahnelenen bu oyun entelektüel kesim ile dönemin tiyatrocularının beğenisini kazanır. Cevat Çapan, Pazar Postası’nda “Umutlu İlk Adım” başlıklı yazısında Şasa’dan övgüyle bahseder. Bu gelişmeler Şasa’yı mutlu etmez; aksine buhranı daha da artar. Aynı dönemde Şasa’nın iki arkadaşı onu Kemal Tahir’le tanıştırır. Bu buluşmada Tahir’e Şasa’nın yazdığı oyundan ve başarısından bahsedilir. Bunun üzerine Kemal Tahir, hayatının dönüm noktası olacak şu sözü söyler: “Maskaralık yaptığın sürece seni alkışlarlar; ciddi bir şey yaptığında kimse suratına bakmaz, yolunu ona göre seç!”. O günden sonra Şasa kendisini öven çevreleri ciddiye almamaya ve kendisine başka bir yol aramaya başlar.

KENDİ HİKAYESİ

Ayşe Şasa, Türk sineması dönemin aydınları tarafından hor görüldüğü için bir muhalefet duygusuyla sinema dünyasına girer. Atıf Yılmaz’ın yanında asistanlık yapmaya başlamasıyla bazı insanların alayına maruz kalır. 1963’te senaryo yazmaya başlar. Atilla Tokatlı ile kısa süren ilk evliliğinden sonra ikinci evliliğini Atıf Yılmaz ile yapar.

Şasa’nın senaryosunu yazdığı Utanç filmi de hastalığının ilerleme sürecinde onun için kritik bir nokta olur. Filmi beyazperdede izlediğinde kendi ruhsal çelişkisinin perdeye yansıdığını fark eder ve çocukluğunda maruz kaldığı Hıristiyan-Yahudi etkisiyle yüzleşir. Hakikat arayışında aldığı yaralar onu ruhsal bir bunalıma iter. Hastalığı gün yüzüne çıkar; çocukluğunda gördüğü halüsinasyonlar tekrar belirir. Allah’a dua etmeye ve Hz. Muhammed’i düşünmeye başlar.

HER ŞEY YANLIŞTI

1973 yılında Kemal Tahir’in kalp krizi sonucunda ölmesi, o dönem kendi hastalığıyla mücadele eden Şasa’yı derinden sarsar. Şerif Mardin’in Boğaziçi’nde verdiği derslere katılan Şasa, okutulan Thomas Kuhn’un Bilimsel Devrimlerin Yapısı kitabıyla materyalist düşünce yapısından uzaklaşmaya başlar.

1980’li yıllarda geçirdiği ağır rahatsızlık sonrası sinema dünyasından 10 yıl uzak kalır. Tedavi sürecinde üçüncü eşi usta senarist Bülent Oran hayata tutunması için Şasa’ya destek olur. O günlerde Şasa bir katalogda İbn-i Arabi’nin adını görür ve Füsusu’l Hikem adındaki kitabını alır. Bu kitapla birlikte düşünceleri değişmeye başlar. O güne kadar İslam’ın kötü gösterildiğini, insanların Kuran’dan koparıldığını; oysa aslında aradığı her şeyin cevabını orada bulabileceğini fark eder. Bir Ruh Macerası isimli kitabında bu duygularını şöyle açık eder:

“…Füsus’u okumaya başladıktan  bir müddet sonra mantıkla, akılla izah edilemeyecek bir olay vuku buluyor, önümde sanki bir sevinç ışığı, bir aydınlık bir deniz beliriyor… İçimden “Ayşe, bugüne kadar hiç bilmediğin bir kaynakla karşı karşıyasın, bu okuduğun hiç bir şeye benzemiyor!” diyorum… “Ayşe, bugüne kadar okuduğun, öğrendiğin, sana yapılan her türlü telkin, öğretilen her şey yanlıştı!” diyorum… Şimdi yepyeni bir şey var; gözünü dört aç, bu kapıdan girmeye çalış; bugüne kadar taşıdığın bilgileri toptan sil!”

HASTALIĞI GERİLER

Ayşe Şasa, yaşadığı bu değişim sürecini hayatının ikinci yarısı olarak değerlendirir. Bülent Oran, Şasa’nın yeniden senaryo yazması için ona destek olur. Yusuf Kurçenli, Şasa’ya birlikte senaryo çalışma teklifinde bulunur ve daha sonra –Şasa’nın da en beğendiği senaryosu olan- “Gramafon Avrat”ı birlikte yazarlar. İsmet Özel’in bir şiirini dinledikten sonra kendisiyle irtibata geçmesiyle aralarında bir arkadaşlık başlar. Daha sonra Mahmut Erol Kılıç, Mustafa Kutlu, Özkul Eren gibi isimlerle de görüşen Şasa huzur bulmaya, hastalığı gerilemeye başlar. Bu dönem Şasa’nın Yeşilçam’da kafasını meşgul eden konuları yeniden düşünme sürecidir. Hayatı boyunca bir arayış içerisinde olan Şasa, kendi dünyasında aradığı cevabı bulduğunu ve bunu İslamiyet’le anlamlandırdığını söyler. Bu durum hem hayatını hem düşüncelerini hem de sinema dilini belirgin bir şekilde değiştirmiştir. Artık insana olan bakış açısı da değişmiştir. Dışlandığı ve kendi ifadesiyle zulüm gördüğü yıllardan sonra girdiği muhafazakâr ortam ona anlayış ve dostluk getirir. Şasa, gördüğü bu içten tavır sayesinde insanlarla yeniden bağ kurmaya başlar.

ONLARA BORÇLUYUM

Senarist ve yazar Ayşe Şasa, 18 yıl kadar ağır bir ruhsal çöküş yaşadığını belirttiği bir konuşmasını şöyle sürdürür: “Bir zamanlar hem ateist hem de Marksist’tim. Bugün geriye baktığımda hayat hikâyemi bir film sinopsisi gibi özetleyebiliyorum. 1960 yılında 18 yaşımda sinemaya adım attığımda, Marksist dünya görüşünü beyaz perde aracılığıyla yaymayı kendime görev tayin etmiştim. Türk sinema seyircisi, Türk filminin varlığında beni kendimle yüzleştirdi. Bana tutulan bu aynada kendimi, gerçek kimliğimi kavrayışımı, Müslümanlığımı idrak edişimi, beni kendimle yüzleştiren sinema seyircisine borçluyum.”

Ayşe Şasa’nın sinema düşüncesi iki ayrı dönemde değerlendirilebilir. İlk dönem 1960’larda Yeşilçam anlatısı içerisinde yazdığı ve toplumsal gerçekçi detaylar koymaya gayret ettiği senaryolarıdır. Bu döneminin sonlarına doğru kendi kimlik sorgulamalarıyla uğraşan Şasa, bir süre sonra hastalık sürecine girer. İkinci dönemi, hastalığından sonra geçirdiği manevi değişimin etkisiyle hem hayata hem sinemaya bakış açısının yeniden şekillendiği yıllardır.  Ünlü yönetmen Andrei Tarkovsky’nin üslubunu benimseyerek rüya sineması kuramı üzerine yoğunlaşır. Sinema ile ilgili teorik düşüncelere dayanan söyleşileri Düş Gerçeklik Sinema kitabında bir araya getirilir.

ONURLU BİR HİKAYE

Senaryoları ve kitaplarıyla, Türk sinemasının ve kültür hayatının önemli bir sembolü olan Şasa; Son Kuşlar, Ah Güzel İstanbul, Utanç ve Gramofon Avrat gibi filmlere senarist olarak imza atmış, Bir Ruh Macerası, Yeşilçam Günlüğü, Delilik Ülkesinden Notlar, Şebeke Romanı adlı kitapları kaleme almıştır. Şasa, Sadık Yalsızuçanlar ve İhsan Kabil ile “Düş Gerçeklik Sinema”, Ömer Tuğrul İnançer ve Berat Demirci ile de “Vakte Karşı Sözler kitaplarını yazmıştır.

Ayşe Şasa 2014 yılında, hakikati arama yolculuğunda arkasında onurlu bir hikâye bırakarak bu dünya hayatına gözlerini yumdu, aralanan kapıdan hakikat alemine gözlerini açtı.

Exit mobile version