İstanbul’un Kalbi Ayasofya

 

Dünyada bazı yerler vardır ki hemen hemen herkesin o mekân hakkında ya bir bilgisi veyahut bir görüşü vardır. Mekânlar üstü olarak nitelendirebileceğimiz bu yerler bazen bir anıt eser, bazen bir arkeolojik alan, bazen de kırık bir duvar bile olabilir. Sembolik yapılar bulundukları şehirlerin kalbi gibidirler; Paris’in Eyfel Kulesi, Notre Dame Kilisesi, Londra’nın Londra Köprüsü, Big Ben Saat Kulesi, Roma’nın Coliseum’u (Kolezyum), Pisa Kulesi, Almanya’nın Köln Katedrali vs. gibi anıtsal yapılar şehrin isminin önüne geçen yapılar olmuştur.

KÜLTÜREL MİRAS

İnsanlığın mekânlara ve yapılara verdiği anlamlar, birdenbire ortaya çıkmamış olup yıllar içinde birikmiş bir bağlam bütünlüğü ile gelişip devam etmiştir. Dünyanın en çok bilinen ve ziyaret edilen “İnsanlığın kültürel mirası” arasında gösterilen ve gündemden hiçbir zaman düşmeyen Ayasofya Camii de bu anıtsal yapıların başında gelmektedir. Ayasofya’nın kelime anlamı çoğumuzun bildiği üzere Aya (Kutsal), Sofya (Bilgelik) kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir. Bu isim o kadar sevilmiş ki hiçbir kuşağın değiştirmek istemediği muhteşem bir kimlik-isim olmuştur tarih boyunca.

DÜNYA HARİKASI

Gerek kilise olarak inşa edilmesi, devamında katedral olması, İstanbul’un fethiyle birlikte camiye çevrilmesi, 1934’de müze olması ve son olarak 24 Temmuz 2020’de tekrar camii olmasında karar kılınması, Ayasofya’nın bir “Anıt eserden” çok daha fazla bir yapı olduğunu bize dikte etmektedir. Ayasofya, İstanbul’un ilk kurulduğu yer olan Tarihi Yarımada’da eski şehir merkezi olarak kabul edilen tepede (Sarayburnu’nda) aynı alanda tam üç kez inşa edilerek her seferinde mabet niteliğini devam ettiren bir yapı olarak karakterini korumuştur. Bu bağlamda 1500 yıllık bir yapı karakterini muhafaza eden ender yapılar arasında da bulunarak “Dünyanın 8. Harikası” olarak da anılır.

MISIR VE SURİYE’DEN SÜTUNLAR GELDİ

İlk Ayasofya MS 324 yılında, Hristiyanlığın meşru din olarak kabul edilmesi ile ahşap malzeme ile bazilika şeklinde inşa edilmiştir. Ahşaptan olduğu için daha sonraları bir ayaklanma sonucu çıkan yangında yok olmuş, aynı yere MS 415 yılında ikinci kez inşa edilir fakat 532 yılında meşhur Nika ayaklanması ile tekrar yanmıştır. Bunun üzerine artık bir prestij meselesi haline gelen Ayasofya’nın yapımı, dönemin imparatoru İustinianus (Jüstinyen) tarafından başka bir yol ve teknik denenerek Ege’den iki ünlü mimar getirtilip beş yıl içerisinde, 537 yılında günümüze kadar ulaşan bugünkü Ayasofya inşa edilir. Yapının sağlam ve görkemli olması için Mısır’dan, Artemis tapınağından, Suriye’den sütunlar getirtilmiş ve o güne kadar görülmemiş bir şekilde heybetli bir mabet yapılması için gayret sarf edilmiş ve yapımında tam 10 bin işçi çalıştırılmıştır.

HAÇLI İSTİLALARI

Zamanının mimari ve inşaat tekniklerinin çok ötesinde bir yapı olarak inşa edilen Ayasofya, kubbesinden dolayı “Büyük Kilise (Megale Ekklesia) olarak da ün salmıştır. Heybeti o kadar çok konuşulmuş ki kendisinden sonra yapılacak büyük yapılı kiliselere de örnek teşkil etmiş, bundan dolayı o yıllarda yapılan büyük kiliselere “Ayasofya” denilmesi adetten olmuştur.

Ayasofya’nın kilise olduğu zamanlarda Hristiyanlığın kutsal emanetler olarak nitelendirdiği birtakım eşyaları içinde barındırdığı için de çok dikkat çekmiştir. 1200’lü yıllarda Haçlı istilaları sonucu Latinler, Ayasofya’da bulunan kutsal emanetleri ve değerli görülen ne kadar eşya varsa çalarak Avrupa’daki kiliselerine götürmüşlerdir. Bu yağmalama dört Haçlı seferi ile gerçekleştirilmiş olup o zamana kadar Kilise olan Ayasofya, katedrale çevrilerek Katolik kimlik kazandırılmıştır. Latinlerin elinden daha harap olmuş bir şekilde Bizans hâkimiyetine geçen Ayasofya, tekrar büyük bir onarımdan geçerek tekrar kilise olarak Ortodoks dünyasının merkezi olmuştur.

ULU MABET

Fatih Sultan Mehmet tarafından 1453’de İstanbul’un fethi ile birlikte, Ayasofya mabet kimliğini bu sefer cami statüsü olarak devam ettirerek günümüze ulaşmıştır. Arada 86 yıl müze dönemi geçirse de mabet özelliği hiçbir zaman silinmeyen Ayasofya, gönüllerde yerini daima “Mabet” olarak korumuştur.

Kralların taç giydiği, büyük toplu duaların yapıldığı Ayasofya herkesin dilinde ve özleminde bir ulu mabet olarak yerini almıştır. Öyle ki Fatih Sultan Mehmet, Ayasofya’nın onarılıp tekrar mabet kimliğinin devam etmesi için, fethin sembolü olan bu eşsiz yapıya gelir getirmesi için vakıf kurup, Kapalıçarşı’da bulunan iki bedesteni buraya “Akar” sistemi denilen ticari bir mekanizma getirmiştir. Böylesine devasa ve önemli bir yapının her daim onarımlarının devam etmesi ve yaşatılması için ciddi oranda gelir sağlanması, özel bir vakıf kurulması ve ticaret sisteminin oturtulması, dönemin en büyük ekonomik modeli idi aynı zamanda. Günümüzde bile halen Kapalıçarşı olarak devam eden bu sistemin ne kadar kalıcı olduğu aşikârdır.

İLHAM KAYNAĞI

Mimari olarak ise “Kubbe” tarzının İslam mimarisine girmesine ve çok sevilmesine sebep olan Ayasofya, kendinden sonraki kubbeli camilerin de ilham kaynağıdır. Mimar Sinan Ayasofya’ya payandalar yaparak dış duvarları sağlamlaştırmış, kubbeyi onarmış, çevresine medrese yaparak bir kültür mekanizması olmasını da sağlamıştır. Sinan Ayasofya’dan o kadar çok etkilenmiştir ki ustalık eseri olan Selimiye Camisi’ni yaptığında “Seni geçtim Ayasofya” demiştir.

ORTAK MİRAS

Şehrin en dikkat çeken yerinde Süleymaniye’ye adeta bir abilik yapar gibi gelenleri karşılayan Ayasofya Camii İslam dünyasının da göz bebeği olmuştur. Bu kadar simge bir yapının tüm insanlığın ortak bir mirası olduğunun bilincinde olarak, korumak ve kollamak hepimizin görevidir. İçinde barındırdığı sanat tarihi açısından son derece değerli olan mozaikleri ise inançlara olan saygının göstergesi olarak günümüze kadar korunarak devam etmesi sağlanmıştır.

KİMLİĞİNE YARAŞIR HALDE

Ayasofya’nın geçirdiği depremler, yağmalar, yangınlar onun mabet kimliğinden hiçbir şey kaybettirmediği gibi daha da güçlenerek gelecek nesillere yine mabet olarak iletilmesi için her dönem müthiş bir istek ve arzu ile eldeki bütün imkânlar kullanılmıştır. Bünyesinde çok fazla ilkleri barındıran gerek mimari gerekse sanat tarihi ve kültürel açıdan simge yapıların başında gelen “Ulu Mabet Ayasofya”nın fonksiyonun, son tahlilde “Camii” olarak devam etmesi onun kimliğine yaraşır bir durumdur. Zira Ayasofya mabet kimliğini en uzun süre devam ettiren yapıların da başında gelmekledir.

Exit mobile version