Menzile Varış Öyküsü Ayasofya

 

Medeniyet durağı İstanbul olacak şehzade şehirler İznik, Bursa, Edirne heyecanıdır Ayasofya… Balkanlara akacak derviş ırmağının sesidir. Bağrından Süleymaniyeler, Selimiyeler büyütecek mimari modeldir.

Bursa şehrinde Süleyman Çelebi’de Peygamber sevgisi, sesleriyle İstanbul kubbelerine Nebevi aşkı nakşeden üstat mevlithanlardaki musiki tesiridir.

Ordular eliyle gerçekleşen fethi, mabedi merkeze alarak bir medeniyete dönüştürme fırsatıdır Ayasofya.

“Bizans devrinde İstanbul’un en büyük kilisesi iken fetihten sonra şehrin Ulucami haline getirilen ve etrafında zamanla bir külliye teşekkül eden” (DİA) Ayasofya, sadece fethin sembolü, Fatih’in nostaljik bir hatırası değil, ilim, kültür, adalet, hikmet ve sanat alanında fethi sürdürülebilir hale getiren bir medeniyet iradesidir.

UYGUN MİMARİ

Ahmet Hamdi Tanpınar, Erzurum, Konya, Ankara, Bursa ve İstanbul’u anlattığı “Beş Şehir” adlı muhteşem eserinde şöyle diyor: “İstanbul’un yıkılmış Şarkî Roma manzarası ortadan silindi ve yerini, camileri, medreseleri, hanlarıyla yumuşak çizgili, elastiki hamleli, kullandığı malzemenin güzellik şuurunda kıskanç, yapıldığı şehrin iklimine aynı unsurdan denecek kadar uygun bir mimarî aldı. Bu sanat öylece büyük çerçevesinde bu şehirlerin tepelerini ve umumî manzarasını birden değiştirirken şehirlerin içinde sokak sokak ikinci bir fetih yapılıyor, yeşil pencerelerinde uhrevî vaatler gülen türbecikler, çeşmeler, İstanbul ve Bursa’yı adım adım zapt ediyordu.”

İLHAM ALINDI

Ayasofya geçmişe bağlılığın yerinde saymanın değil, alternatif üretmenin de tetikleyicisi olmuştur. Özellikle de mimaride İstanbul’da Şehzadebaşı ve Süleymaniye’den sonra Edirne’de Selimiye ile mimari bir terkibe varan Mimar Sinan hiç şüphesiz Ayasofya’dan ilham almıştır.

Osmanlı medeniyeti, hiç şüphesiz var olanı yok etmeden alternatifler üretmenin canlı örneği olmuştur. Üç kıtaya hükmeden bir devletin medeniyet vitrini olarak Ayasofya’yı protokolde baş köşeye oturtan ecdat, bir yandan da Edirnekapı Mihrimah Sultan, Üsküdar Valide-i Cedid Cami, Fatih Camii, Beyazıd Camii, Yavuz Selim Camii, Eminönü Yeni Camii, Nuruosmaniye Camii, Sultanahmet Camii, Şehzadebaşı Camii, Süleymaniye Camii gibi selâtin camilerle İstanbul’a mührünü vurmuştur.

YILLARCA ÖKSÜZDÜ

İçine giremeden dışarıdan hatıra fotoğrafları çektirme detayı olarak müze şeklinde yıllarca yetim ve öksüz kalan Ayasofya’nın yeniden cami olarak açılmasına ön ayak olanlara minnettarlığımız, ahlak ve medeniyet yürüyüşümüzde ilim, ahlak, mimari, edebiyat, sanat ve musikide kendi rengimizi kaybetmemenin, eski renklere yeni renkler ilave etmenin kamçılayıcı unsuru olmalıdır.

Cami ve medreseleriyle Ayasofya külliyesi, asırlar boyunca bilhassa dini tedrisat ve tekke şeyhliğinin kemal halkasını teşkil etmiştir. Ayasofya’da görev yapan imam müezzin ve vaizlerin devrin ilim irfan mirasına vâkıf, medrese ilimlerinde mahir, sesi sözle mezcedebilen şair ve musikişinas üstatlardan seçilmesi kayda değer bir ayrıntıdır. Zamanın en muteber tekke şeyhlerinin Ayasofya’da söz söyleme salahiyetine sahip olması da önemlidir.

BEKLENTİMİZ VAR

Her medeniyet dinî sosyolojik bir tarihi birikimin sonucudur. Mimari ve musiki, Osmanlı devletinin insanlık medeniyetine bıraktığı en güzel hediyelerden biridir. Osmanlı, ordusu ve mimarisi ile olduğu kadar cami ve tekke kültüründe olgunlaşan musikisiyle de temayüz etmiştir. Bugün yeniden açılan Ayasofya minarelerinden ve mihrabından beklentimiz, kıvamını Itrîler, Dede Efendiler, Hasan Akkuşlar, Abdurrahman Gürsesler, İsmail Biçerler ile kıvamını alan bir İstanbul tavrını yansıtacak geleneği sürdürmeleridir.

Ayasofya kubbelerinde makamların hakkı verilerek nev-i şahsına münhasır kendi seslerimiz kendi hislerimiz kendi hüzünlerimizin sedası yükselmelidir. Malum olduğu üzere, 1932 yılında kurulan İstanbul radyosu, ilk açılış programını, Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle Kadir gecesinde henüz müze yapılmayan Ayasofya Camii’nde zamanın üstat yirmi hafızın okuduğu canlı mevlit yayını ile gerçekleştirmiştir.

VEFANIN GEREĞİ

Günümüze toplumun maneviyatını yükseltmek gayesine matuf, belli aralıklarla muktedir hafızların iştirakiyle mevlit programları tertip edilip Süleyman Çelebilerin, Fatihlerin yâd edilmesi Osmanlıya vefanın bir gereğidir. Zira tekkelerde pişen nazlı besteler, mabetlerin kubbelerinde takva ve haşyet güftesine dönüşmüştür. Erbabından dinlenen mevlid ve kasideler nice günahkâr yürekleri tövbe ile buluşturmuş, varoluş gayesini unutan pek çok kişiye elest sözünü hatırlatmıştır.

Ezan kamet ve aşr-ı şeriflerle mest olan kitleler, cami kürsülerinde Kurân-ı Kerim’in manasını tefsir eden Beydâvîler okutacak ak saçlı Molla Fenârîlerin himmetini görmek, Buhari Müslim tedrisatı esnasında hadis-i şeriflerden yükselen Medine-i Münevvere kokusunu hissetmek ister.

SAYGIDIR

Ayasofya’ya saygı, şeâire saygıdır. İstanbul rüyası gören Osman Gazilere, Orhan Gazilere, Murad Hüdavendigarlara, Yıldırım Bayezidlere, İkinci Muratlara, çocuk hayalinde İstanbul’un fethinin haritasını çizip feth-i mübine nail olan Fatih cennetmekâna, Ayasofya’da ilk cuma hutbesini okuyan Fatih’in hocası, mutasavvıf, âlim-tabip ve şair Akşemseddin’e, Ayasofya kürsü şeyhlerine, vaiz ve muhaddis Süleyman Fâzıl Efendi’lere vefadır.

Bu vesileyle “II. Mahmud ve Sultan Abdülmecid zamanlarında 17 yıl şeyhülislâmlık yaptıktan sonra servetinin, vefatından sonra Ayasofya Camii’nin tadilatına harcanmasını vasiyet eden âlim Âsım Efendi” (ö.1846) gibi alicenap cömert hocaların kürsülerde yüreğe işleyen sohbetlerini duymak istemekliğimiz mazur görülmelidir.

VESİLE OLSUN

“Timurlular devrinde Semerkant’ta yetişen, daha sonra Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın himayesinde Türk astronom ve matematikçisi Ali Kuşçu’yu Ayasofya Medresesi’ne müderris tayin eden” Fatih Sultan Mehmet’in Ayasofya özelinde ilme verdiği değer, bugünü yarınlara taşımanın en önemli tılsımıdır.

Ayasofya ile Sultanahmet minarelerinden yükselen çift ezanlar, Kur’ân-ı Kerîm’in hikmeti, Peygamber Efendimiz ’in (s.a.v) adalet ve insaf hassasiyeti çerçevesinde bireysel ve toplumsal fethimizi gerçekleştirmeye vesile olsun inşallah.

Exit mobile version