Najla Tammy Kepler: “Hz. Fatıma’nıncesaretinden örnek alarak yaşamaya çalışıyorum”

Hristiyan bir ailede doğup büyüdükten sonra İslam’ı seçen Najla Tammy Turuncu Dergisi'ne konuştu: “Bir Müslüman ülkede Müslümanların İnşa ettiği bir caminin minaresinden ezanı duyuyordum. Bİrçok camİden o ses, o çağrı gelİyordu. Öyle bir güç, öyle bir mutluluk, öyle bir umut öyle bir sevinç oluşturdu ki sanki tüm dünya uyanıyor, inanıyor, hakikati biliyor ve onu icap ediyordu. Mutluluktan gözlerim yaşardı. Ve ağladım, Elhamdülillah, Müslümanım diye”.

Röportaj: Zehra Güveli

Redakte: Halime Tezcan Tosun

 

Najla Tammy Kepler… ABD’li Müslüman bir kadın. İslam’ı, Müslüman gibi yaşamayı, hayatında verdiği mücadeleler sonucunda bulmuş. Modern dünyanın uzak durduğu, görmek istemediği gerçeği, hakikati anlatıyor. Teksas’tan Türkiye’ye uzanan bu yolculuk hiç kolay olmamış. Konuşurken hiç susmasın istiyorsunuz. İstanbul’da duyduğu ezan sesiyle Allah’ın çağrısını yeniden hissediyorsunuz. 

Najla Hanım, bize kendi hikayenizi anlatır mısınız? 

Küçüklüğümde sakin bir sokakta, şirin ahşap bir evde, anne-baba ve bir kız çocuk olarak yaşıyorduk. Hristiyan bir ailem vardı. Zamanla bu ailem büyüdü. Toplam üç kız çocuk olduk ama ardından ailemiz bölündü. Babam inançlıydı; her sabah işe başlamadan, yemeden içmeden önce evde Tevrat, İncil, Zebur okuyor. Dua ediyor, evlatlarına da inançlı bir hayat vermeye çalışıyordu. Çalışkan biri…  Sağlıklı yaşamayı da önemseyen bir baba olduğu için doğru beslenmek, erken kalkmak, erken yatmak ve egzersiz dolu doğa ile iç içe yaşamayı öğretiyordu evlatlarına. Üçüncü evladı dünyaya geldiği zamana kadar kasaba dışına taşınıp bir çiftlikte yaşamaya başladı ailem. Orada inekler beslenirdi, atlar vardı, köpekler vardı,  tavus kuşu bile vardı. Kendi sebzelerimizi bahçemizde yetiştirirlerdi. Babam evlatlarını ayrı ayrı kucağına alıp at üzerinde gezdirirdi. Kaç yıl böyle geçti sonra yakın bir şehre taşındık. Yine benimle düzenli kiliseye giderlerdi, dua ederlerdi, beraber çalışırdık beraber oyun oynardık. Babam kızlarına basketbol öğretmeye başladı. Bisiklet binmeyi öğretti. Ve okuldaki derslerin önemli olduğunu öğretti. İşte küçüklüğüm de böyle bir hayat yaşadım. Ben 5 yaşındayken annem ve babam boşandı. Ben 10 yaşındayken babam tekrar evlendi. Bu kez onun eşinin 9 çocuğu vardı. Büyük bir aile olduk bir anda. Biraz da zor oldu. Babam yine bu büyük aileye inançlı bir hayat vermeye çalıştı, akşam yemekten önce dua ederdik. Yemekten sonra arada babam bize vaaz verirdi, huzurlu bir aile olmak için iyiliklerimizi önemsiyordu, nasihatlerde bulunuyordu, Tevrat, İncil ve Zebur’dan örnekler vermeye çalışıyordu. 

Annenizi özlüyor muydunuz? 

Annemi çok özlüyordum babama yalvardım, gençliğimde annemle yaşamama müsaade etti. Annem pek kiliseye gitmezdi. Rabbin var olduğuna inanıyordu. Biz onun yanına gelince, ben ve iki küçük kız kardeşim, yavaş yavaş kiliseye gitmeye başladık ama babamın gittiği kilise değil farklı bir kiliseydi. 

Babamın gittiği kilisede kitaba göre yaşamak, yani Tevrat, İncil ve Zebur’a göre yaşamak, önemseniyordu. Öylece içinde yazdıklarını uygulamaya çalışıyorduk. Oruç günü vardı. Sadaka günü vardı. Af günü vardı. Hac gibi bir şey bile vardı. Doğum günü kutlamazdık. Domuz yemezdik. O kitaplar içinde ağaç süslemek bir putperestliktir, hâlâ yazılan satırları var diye Hristiyan olduğumuza rağmen Noel günü kutlamazdık. Musa Aleyhisselam’ın söylediği bir kanun var, senin ve Rabbinin arasında hiç kimse, bir hiçbir şey olmayacak. Bu emir ile batıl inançlı şeylerden uzak kaldık. 

Annemin gittiği kilise aynı kitaplar olmasına rağmen okudukları çok farklıydı. Noel gününü kutlarlardı, Teslis inancına inanırlardı, kitapta o kelime geçmediği halde. Pazar günü kiliseye giderlerdi. Babamın gittiği kilisede ise; cumartesi hala kitapta yazıldığı gibi. İşte bu çelişkileri küçük bir yaşta görmeye başladım. Gençliğimde merak ediyordum hakikati. Hayatımın amacı nedir? Niye yaratıldım? Okul bana hep -dünyanı değiştirmelisin! diyordu. Onu nasıl yapacağımızı merak ediyordum. 

İşte bu arayışla ve merakla sorularımı kâğıda döktüm, annemin rahibine giderek, sorularımı ona sordum. O zamana kadar hep kiliseye giderdim. Fakat o görüşmeden sonra, tatminsizlik yaşadığım için, bundan sonra kiliseye gitmeme kararı verdim. Hayatımı başka şeylerle doldurmaya çalıştım;  gezmekle, iş bulup çalışmakla… Zaten okuyordum. Okumaya ve spor takımlarının faaliyetlerine devam ettim: basketbol, voleybol, uzun mesafede koşmak.  Sanatla uğraştım, şiir yazdım, resimler çizdim. Şarkılar dinledim, müzik ve bol film seyrettim ama içimdeki boşluğu hiçbiri dolduramadı.

Sonra ne oldu?

Dua etmeye başladım “Ya Rabbi, bana Hikmet ver”.  Zaman geçtikçe fark ettim ki en azından kiliseye gittiğimde Rabbimi hatırlatan ve iyilik yapmaya çalışan insanlar vardı. Sanki dua etmeme rağmen, tek başıma kalınca iyiye doğru gitmiyordu. Hayırlı bir ortama ihtiyacım vardı. Doğrusunu bulmak için araştırmaya başladım. Üniversite yurdumun yanında 3 farklı öğrenci din merkezi vardı; Katolik, Metodist, Baptist, yani hepsi Hristiyan. 

Zaten batıl inançlı bir yeri asla düşünmezdim, Budizm, Hinduizm, Ateizm, Deizm vesaire seçenek değildi. Çünkü Rabbimin var olduğuna inanıyordum ve mutlaka bir yol göstericiye inanıyordum. İnsanoğlunun iyiliği için mutlaka bir din seçmiştir diye düşünüyordum. Benim görevim o yolu bulmak ve takip etmekti. O yolu bulamıyordum. Sanki pes etmek zorundaydım. Tatmin olamayacağımı bile bile bir Baptist kiliseye tekrar gitmeye başladım. Güzel olana gayret ediyordum, umutsuzluğumun artmasına rağmen. Sanki burayı benim için Allah takdir etti. Çünkü o sırada yardım gönderdi. Ve ilk defa bir Müslümanla tanıştığımı anladım. Merak edip İslam adlı bir din var olduğunu fark ettim ve onunla ilgili soruları sormaya başladım.

Yavaş yavaş İslam’la ilgili bilgi edindim. Küçük, çeşitli konulu broşürler ile, sorular sorarak ve sonunda küçük bir kitap okuyarak tanıdım İslam’ı. İmam Nevevi’nin 40 hadis kitabıdır bahsettiğim. Bu zamana kadar 3 yıl boyunca “Bana Hikmet ver” diye dua etmiştim, 40 hadis kitabını okuyunca aradığım hikmeti buldum ve kısa süre sonra Elhamdülillah Müslüman oldum. Kelime-i şehadet getirdim La İlahe İllallah Muhammeden Resulullah.

Elbette hikâye orada bitmiyor. Oradan başlıyor çünkü; Müslüman olmakla gerçek ve daha iyi bir hayat başladı Elhamdülillah. İnşallah son nefese kadar bu yolda devam ederim.

Ezan sesini ilk duyduğunuzda ne hissettiniz? 

Aslında ezanı ilk duyduğumu hatırlamıyorum. Büyük ihtimalle bir filmin içinde bir parçasını duymuşum. Ya da Amerika’da camiler nadiren bulunuyor, bulunsa da sokağa kadar ezan sesini pek yayılmıyor. ABD’de Müslümanların ürettiği ve sattığı ezan saatlerinden birinde belki duymuştum. Elbette canlı duymak çok farklı bir etki oluşturuyor. Baştan sona kadar canlı duyduğum an Teksas’da küçük camideydim. Çok yeni Müslüman olduğum için ezanın anlamını henüz tam algılayamıyordum ama namaza çağırılmış olduğumu biliyordum ve safa geçmek için hevesliydim. Beni ilk defa çok duygulandıran ezanı Türkiye’de duydum. 

Türkiye’ye ilk kez ne zaman geldiniz?

1992 yılında ilk defa bir Müslüman ülkeyi ziyaret etmek nasip oldu. Elhamdülillah Türkiye’ye geldim ve ilk ziyaret edeceğim şehir İstanbul oldu. Gece gelince ezanı tam duyma imkânım olmadı ama bunu duymayı çok istiyordum o yüzden imsak vaktinden önce kalktım. Pencereyi açtım ve karanlıkta bekledim. Belki yakından, belki uzaktan duyacaktım… Bilemedim ki caminin nerede olduğunu. Gecenin karanlığında, elhamdülillah bekledim, bekledim. Sonra da uzaktan bir ezan sesi duydum mutlu oldum. Sonra sesler artmaya başladı. Diğer camilerden de ezan sesi duymaya başladım. Meğer İstanbul’un tepelerinde çok cami varmış, kaldığımız evin hemen yanı başında da bir tane varmış. Ezan sesleri birbirine giriyor, sanki tüm dünya ezan sesi ile yankılanıyordu. Bir Müslüman ülkede Müslümanların inşa ettiği bir caminin minaresinden ezanı duyuyordum. Birçok camiden o ses, o çağrı geliyordu. 

Öyle bir güç, öyle mutluluk, öyle bir umut, öyle bir sevinç oluşturdu ki sanki tüm dünya uyanıyor, inanıyor, hakikati biliyor ve ona icabet ediyordu. Mutluluktan gözlerim yaşardı. Ve ağladım. Elhamdülillah, Müslümanım diye…

 

İslam ve Kadın batıda neden yanlış anlaşılıyor? 

30 seneden fazla Müslüman olup, İslami yaşadığını iddia eden Müslüman erkeklerin, kadınlara karşı yanlış algılar ile davranış sergilediğini gördüm. Bunlar o kadar sıklıkla oldu ki, bir yerden sonra emin oldum. Bu çalışmaların amacı, İslamiyet’e ve Müslümanlara zarar vermek. Ne kadar acı bir kavrayış. Ama doğruya doğru. Nereye kadar bahane edilebilir ki?

Maalesef Müslümanların eksikleri bu düşmanların işine geliyor. Birkaç Müslümanın cahilliği, Müslüman kadınlara karşı kötü örnekler oluşturuyor. “Görüyor musunuz? Müslümanlar gerçekten anlattığımız gibi cahil, kaba, edepsiz, eğitimsiz, nefret dolu, sinirlerini tutamayan, şiddet uygulayan, ailesine, çevresine ve dünyaya kötü davranan. Teröristler!” Elbette iyi olan misafirperver, cömert, edepli, namuslu, ailesine, çevresine ve dünyaya iyilik yapan Müslümanları, örnek göstermeye hevesli değiller. Düşman düşmanlığını yapar işte. Önemli olan biz ne yapacağız? Öncelikle üzülmeden, enerjimizi boşa harcamadan yapmamız gerekenleri yapacağız.

 

Yapmamız gerek ne? Nereden başlayacağız?

Senelerce “yapacaklarımız nedir gerçekten?” düşünüyor ve uğraşıyorum. Nihayet bazı sonuçlara ulaştım. Öncelikle İslam ve kadın ilgili en etkileyici şey doğru davranışlar.  Biz kendimizi eğiterek İslamiyet’i hayatımıza yansıtacağız. ABD’de 11 Eylül’den sonra Dallas, Texas’ta IANT (İslamic Association of North Texas) Camisi’nde gelen misafirlere İslamiyet’i anlatma sürecinde bir misafir tam olarak şunu ifade etti: “Peki, İslamiyet’i çok güzel olarak anlatıyorsunuz ancak bu hakikatlere örnek nerede? Dünyada hangi insanlar, şehir, ülke bu anlatılan özelliklere sahiptir?” Donup kaldım. O an fark ettim ki dünyayı değiştirmek istiyorsam, benimle başlar.

İkinci olarak benim sorumluluğum, Allah beni yarattığına göre… 

Yani bir kadın olarak dinimi doğru anlatma sorumluluğum var. Allah’ın bana verdiği akılla göre öğrenip uygulamam lazım, bana verdiği aileye karşı sorumluluklarımı yerine getirerek, komşum ve çevrem ile ilgilenmem gerek. Onun dışında güvenli bir şekilde namusumu tehlikeye düşürmeden, dünyaya faydalı olabilirsem; hay hay. Fakat, kadınlar olarak tüm dünyaya karşı sorumluluğumuz, erkeklerimiz kadar değil. Mesela ABD’deki İslamiyet’e karşı olumsuz algıları düzeltmek için bir kadın olarak kalkıp tek başıma Amerika’ya gidip 329.5 milyon kişiye tek tek bu dini anlatmaya gerek yok. Hem tehlike olur hem enerjimi verimsiz harcamış olurum hem de mantıksız. Ailemin yanında kalarak sosyal medya üzerinden kaliteli çalışmalar yaparak veya bu ülkeye gelen, camiye kadar gelen turistler ile konuşarak gereken olumlu tohumları ekebilirim. 

Ayrıca sosyal hizmet kurumlarına katılarak mahallem, şehrim, ülkem ve/veya başka ülkelerdeki ihtiyaç sahiplerine yardımcı olabilirim. 

Peygamberimiz böyle dünyayı değiştirmedi mi? Önce kendisi, sonra yakın çevresi, sonra bir şehir, sonra başka şehirler ve toplumlara aşama aşama bu dini anlatmadı mı? İşte gayret bizden, sonuç Allah’tan. Allah yardımcımız olsun.

Avrupa ve Amerika ülkelerinde özellikle de ABD’de hayat çok kolaymış, her şey çok güzelmiş gibi anlatan bir medya var. İnsanlar buna inanıyor. Gençler özellikle yurt dışında yaşamaya yönlendiriliyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? 

ABD’de yeteri kadar paran varsa hayat kolay ama birçok Amerikalı o durumda değil. Kredi kullanarak kendi kendilerini, bankalarına ve şirketlerine köle ediyorlar. O güzel evler ve arabalara sahip değiller. Ekonomik ferahlık yok. Ailelerin birçoğu yıkılmış veya hiç kurulmamış bir halde, zor zamanlarda dayanacak kişileri de pek yok. Çok ama çok yalnızlık var. O kadar yalnızlık var ki her sene 40,000 kişiden fazla insan intihar ediyor.

İçki ve uyuşturucu kullanımı ve ondan kaynaklanan trafik kazaları, hırsızlık, şiddet, taciz, tecavüz, cinayet sıkıntıları maalesef çok yaygın. İşte bazı konularda ABD’nin de iyi yönleri bulunabilir elbette ancak o “Amerikan Rüyası” genel olarak yazıldığı gibi, gerçek olmayan bir rüya.

Müslüman bir toplumda yaşadığımızı unuttuk mu? Bunu tekrar nasıl hatırlarız? 

Kim ne unuttu ne hatırladı bilemem, lakin toplum olarak Müslüman kalmak istiyorsak hakikat sahibi olmayanlara hayran olmak, onlara benzemeye çalışmaktan vazgeçmeliyiz. İmansız, ahlaksız bataklığın karanlığına düşmeden, üstünde olduğumuz zirvenin durumunu değerlendirmeliyiz.

Örnek aldığınız Müslüman kadın şahsiyet kimdir?

Hatice (r.a.)nin olgunluğundan ve sadıklığından, Ayşe (r.a.)nin ilmi aşkından ve Fatma (r.a.)nin cesaretinden örnekler alarak yaşamaya çalışıyorum.

Türkiye’deki kadınların profilini ve sosyal durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Her toplum gibi bir ucunda ezilmiş, eğitimsiz bırakılmış kendini kıymetsiz düşünen kadınlar, öbür ucunda ise feminizme kapılmış ancak erkekleri ezersem özgür olabilirim gibi düşünen kadınlar var. 

Sanki birçoğu ortada olup, Allah’ın rızası için her yönde, ruhsal, fiziksel, zihinsel ve duygusal dengesini bulmaya çalışıyor. Allah hepimize bunu başarmak için yardım etsin. Amin.

Exit mobile version