Ne zamandır hepimiz psikoloji konuşuyoruz. Sosyal medya kategorilerinde psikologlar, psikiyatristler, terapistler, psikoloji yazarları çok takipçili hesaplar arasında yer alıyor. Birisi geçmiş travmaları temizlediğini söylese ilgiyi bir anda üzerine topluyor. Herkesin bir hikâyesi yok artık herkesin bir travması var. “İnsanın ekmeğine sürecek kadar derdi olmalı” sözü miladını çoktan doldurmuş. Artık kimsenin derdi olmamalı! Kimse kimseye ayak bağı olmamalı. Kimse kimsenin kişisel tercihlerine karışmamalı. “Sen bu işi neden yapıyorsun, neden ayrılıyorsun, neden yanlış yükleri taşıyorsun” diye sormamalı hiç kimse. Nasıl hesapsız hayatlar… Nasıl duyarsız insanlar…
SEN OLSAN NE YAPARDIN?
Masumlar Apartmanı ve Kırmızı Oda tam da böyle bir dönemde gündemimize girdi. COVID-19 nedeniyle market poşetlerini yıkadığımız, kapı kollarını günde üç kez sildiğimiz bir süreçte bu dizilerin ekranlarda yayına başlaması hem iyi hem kötü oldu.
Son yılların başarılı dizileri izleyicilerine ‘Sen olsan ne yapardın?’ sorusunu soruyor, sorarken de bir bağ kuruyor. Bu bağın dozu, izleyicinin karakterlere dair analizi ve neyi ne kadar içselleştirdiği ayrı bir konu. Fakat bu soru toplumsal dönüşümü hızlandırıyor. Her şeyin ve her yerin kirli olduğunu düşünürsen sevdiklerini nasıl korursun? Artan konfor alanında güç zehirlenmesi yaşarsan etrafını nasıl yönetirsin? Duygusal ihtiyaçlarını, öz bakımını karşılamayan ebeveynine nefretin ileride aile hayatında nelere mal olur? Bu ve benzeri soruların cevaplarını okuyoruz aslında dizileri seyrederken.
BİLİNMEZ HAYATLARI
Akademik bakış açısının kamusal alanda bu kadar net paylaşılması doğru mu? Daha önce doktor ve polis ve asker dizilerini izlemiş, ağa ve mafya dizileriyle imtihan olmuş bir toplum psikoloji dizileriyle nasıl bir süreç yaşar şu an tahmin etmek zor. Fakat toplumun normal olmayanı, yolunda gitmeyeni fark etmesi için bir uyarıcı etken olabilir böyle diziler.
Safiye’nin dört kez yıkadığı yeşil fasulyeler o hafta gündem oldu ve pek çok sosyal medya kullanıcısı altına benzer kaygıları dönem dönem yaşadığını yazdı. Ya da Kırmızı Oda’daki hikâyelerin insanlara çok aşina gelmesi, üzerini kapattıkları olayları hatırlatması kendi yüzleşmemizi yapmamız için fırsatlara, doğru limanlara ihtiyacımız olduğunu gösterdi.
Artan şehirleşme ile birbirine uzak düşen hayatlarımız artık koptu diyebilirim. Eskiden akrabalığın ölçüsü görüşmek, iyi günde kötü günde beraber olmakken şimdi bayramlarda görüşebilenler yakın akraba seçeneğini işaretliyor birbiri için. Hal böyle olunca kapısından kimsenin geçmediği, içeride yaşananı bilmediği evlerin sayısı da artıyor. Bilinmez hayatlar var. Herkesin ortasında olağan, sıradan ilerleyen ve tüm çarpıklığını kapıların arkasında yansıtan insanlar.
IŞIK VAR
“Bana yardım edin!” diye çığlık atan kadınlar, çocuklar, erkekler var.
Bu diziler elbette bir yardım değil fakat yarım kalmış, onarılmamış duyguların, yürürken yolda toparlanamayanların ileride başlarına geleceklere ayna tutuyor bir bakıma. Hepimize projeksiyonu tutup içimizde kanayan yeri görmemizi sağlıyor.
Psikoloji dizileri aynı izleyici kitlesiyle devam eder mi, başka kanallar bu furyaya katılır mı, bu alanda profesyonel çalışanlar nasıl açıklamalar yapar hiç bilmiyorum. Fakat kadın cinayetlerinin, çocuk istismarının, yaşlı bakım eksiklerinin bu kadar gözümüze sokulduğu bir ortamda biri bize çözümden bahsetmeliydi. Daraldığında, bunaldığında çözüm için şuraya bakabilirsin demeliydi.
Olumlu, olumsuz pek çok eleştiri yazılıyor. Ben yine de ümit varım. Köprünün sonunda ışık var. Hep beraber içimizde kapısına kırk kilit vurduğumuz odaları açınca bakalım neler göreceğiz?