SENARİST BERFU ERGENEKON: İNSANİ DURUŞUMU VE BAKIŞ AÇIMI YOK SAYARAK BİR SENARYOYU KALEME ALMAM DİRETİLİRSE YAZMAM

Seda Şişman

Hemen her gün yeni dizi etiketiyle birbirinin benzeri yapımlar ekranlarımızda yer alıyor. Çabuk tüketiyoruz, ya çok seviyor ya da öteliyoruz. Sosyal medya aracılığıyla gerek oyuncular seyirciyle, gerek senaristler, izleyenlerle birebir iletişim halinde. Haliyle gelen yorumlar üzerinden iki taraf arasında farklı değerlendirmelere girebiliyor.

Peki, izlediğimiz dizilerin ilk mimarlarından senaristleri ne kadar tanıyoruz? Ne kadar merak ediyoruz derseniz, adıma ‘Çok’ diyebilirim.

İşte o bayılarak izlediğimiz, her hafta merakla bizi televizyon karşısına kilitleyen projelerin yapı taşlarından biriyle güzel bir sohbet gerçekleştirdik: Senarist; Berfu Ergenekon…

Kendisini bugüne kadar birçok projede imzasını gördük. Unutulmazlar arasına giren; Gümüş, Yer Gök Aşk, Lale Devri, Karadayı, Anne, İstanbullu Gelin… Senaristin çok sevilen işlerinden birkaç tanesi. Ergenekon’un son imzası ise TRT 1’de yayınlanan ve çok beğenilen yapımlardan Benim Adım Melek dizisi oldu.

DERİN BİR FARK

Berfu Ergenekon kendini nasıl tanımlar?

Hayatı yazarak yaşayan, yaşadıklarını yazan bir insan…

Senaryo yazmaya nasıl başladınız?

Yıl 2006. Eylem Canpolat ve Sema Ergenekon, projelerine üçüncü göz olarak bakmamı ve araştırma yaparak onları asiste etmemi istediklerinde başladı bu macera… Yazmak derseniz o hep vardı hayatımda. Bir ay kadar süren bu asiste işi, sonrasında ekipte senaryo yazmaya dönüştü.

Yazabilmek elbette bir yetenek. Sizce sonradan edinilebilir mi?

Yazma yeteneği, insanın oluşunda varsa var yoksa yok… Ama yazmanın temel kuralları, matematiği elbette öğrenilebilinir. Ama bu matematiği öğrenerek yazanla, içsel bir oluşla yazanın arasında bence derin bir fark var.

“SEKTÖR BENCE BİR KISIR DÖNGÜNÜN İÇİNDE”

Berfu Ergenekon’ un ‘Asla yazmam’ dediği bir senaryo içeriği var mıdır?

Hayır yok…  Her hikâyeyi kendi bakış açımla anlatılabilecek bir yol bulurum. Sadece insani duruşumu ve bakış açımı anlatma çabamı yok sayarak bir senaryoyu kaleme almam diretilirse yazmam. Bence her senaryo yaşamın içindeki hikâyelerden en az birini ve dolayısıyla insanı anlatır. İnsanı anlatan hikâyeleri bir taraf olarak değil, insan safında durarak anlatmanın bir yolu vardır.

Bazı dizilerin ömrü neden bu kadar kısa olabiliyor? Dizi sektörünün gidişatı hakkında neler söylersiniz?

Bunun birçok sebebi var. Bu duruma önce mesleki bir yerden bakıp iğneyi kendimize batıracağım. Her aklına cümle düşen yazabilirim sanıp klavyenin tuşlarına basmaya başlıyor. Şahane fikir gibi görünen her cümleden maalesef bir hikâye çıkmıyor. Bir hevesle başlanan projeler ancak işte bir yere kadar yazabiliyor. Oysa hikâye bir dünyayı her şeyiyle inşa edebilmekle başlıyor. Özellikle dizi senaryolarının son karesi aklında olmadan hikâyeyi kurmanın çok mümkün olmadığını düşünüyorum. Diğer taraftan sektörün kendi handikapları da bunda çok etkili, dizilerin süreleri, reklam verenlerin etkisi, kanalın, yapımcıların beklentileri vs. gibi bir sürü etkenin bir araya gelmesi sonucunda bazı projeler bekleneni karşılamadan bitiyor. Sektör bence bir kısır döngünün içinde ve bu bir yönüyle iyi bir şey.  Döngüden çıkabilmek için düşmek gerek çünkü. İşte o zaman herkes üstüne düşen sorumlulukla yüzleşip yeniden kalkmanın ve bütünsel hareket etmenin bir yolunu bulabilir. Birbirimizi yok sayarak bir yere varamadığımızı anlamamız gerek.

HİKÂYE DURAĞAN BİR ŞEY DEĞİLDİR

En çok ne yazmaktan mutlu olursunuz? Dram mı komedi mi?

Sanırım komedinin içindeki dramı.

İstanbullu Gelin çok beğenildi. Projede iki sezon senaryo ve tretman yazarlığı yaptınız. Biz de çok büyük bir keyifle, severek, unutamayacağımız bir proje izledik. Peki, siz İstanbullu Gelin için neler söylersiniz? Neden bu kadar sevildi?

Gerçek bir hikâyenin, hayatın gerçekleriyle, samimi bir bakış açısıyla anlatılması…

Bir hikâyeyi oluşturma aşamanız nasıl gelişiyor?

Hayal ederek başlıyor her şey. Bazen kendi hayalimi bazen bir başkasının hayalini içselleştirerek, bana dokunan noktaları kelimelere dökerek başlıyorum. Günler, geceler süren düşünme, yazma, silme ve yeniden en baştan kurma…. Aslında hikâye durağan bir şey değil, her dokunduğunda yeniden oluşmaya devam eden bir şey bence.

“İYİ KARAKTERLERİ YAZARKEN ZORLANIYORUM”

Size göre Türk dizi izleyicisinin bam teli nedir?

Acı çektiği her şey… Hem beslendiği hem yaşamak istemiyorum dediği halde vazgeçmediği şey acı. Sanırım mutlu olmayı bilmiyoruz.

Kötü karakter mi? İyi karakter yazmak mı daha zor?

İyi karakteri yazarken daha çok zorlanıyorum. Mükemmelleştirilen karakter bana gerçekçi gelmiyor. Kötü karakterin altında bir hikâye varsa bunu yazmak daha oyuncaklı geliyor. Bir de karakterleri iyi kötü diye ayırmıyorum hepsinin bir hikâyesi var. Neticede insanın hallerini yazıyorum.

BİR KADIN HİKÂYESİ

Melek’in öyküsünü nasıl yazmaya başladınız? Neden Antep’ten Berlin’e? Dizi başlamadan önce Mardin’de başlayacağı gibi duyumlarımız olmuştu.

Benim Adım Melek’in hikâyesinin çıkışı, projeyi birlikte yazdığım dostum Nilüfer’in. Berlin- Gaziantep hattının özel bir anlamı yok. Temel olarak köklerine hasret bir kadının, yeşerdiği topraklara dönüp, babasıyla barışma hikâyesinin görsel bir simgesi.

 

Yöre ve töre dizilerini yazmak bazen zor olabiliyor… Yörenin hassas noktalarını dikkate almak vs. farklı detaylar var. Sizin bu konuda hiç tereddütleriniz oldu mu hiç?

Dizinin töre algısının yaratması sanırım Güneydoğu’da geçmesinden dolayı.  Oysa biz bir töre dizisi yapmıyoruz. Yöresel hassasiyetleri kadar toplumun hassasiyetlerini de göz önünde tutarken, çok insani bir hikâye anlatıyoruz. Her kızın bir babası var. Bu hikâyeyi herhangi bir coğrafyada anlatmak mümkün ama güneydoğunun sıcak ve samimi havası hikâyeyi daha zengin kılıyor…

SEYİRCİ GERÇEK DUYGUYU ISKALAMIYOR

Senaryodaki karakterlerin cast çalışması nasıl oldu? Mesela biz; Melek karakterine Nehir Erdoğan’ı çok yakıştırdık. Keza, Seyit Ali karakterine Mehmet Çevik’i yakıştırıp, benimsediğimiz gibi.

Projenin bütün aşamalarında olduğu gibi cast çalışmasında da hep birlikte düşündük, hayal ve inşa ettik. Her karakter üstüne uzun uzun düşündük. Mekânlara karar vermeden aylarca gezdik gördük. Hep beraber hayal ettik, yapımcımız Süreyya Önal bütün olanakları önümüze serdi, yönetmenimiz Cem Akyoldaş kelimelerimizi canlandırdı ve oyuncu kadromuz hayalimizin ötesine taşıdı.

Ekranda kaliteli yapımların sayısı her geçen gün azalıyor. Başta Melek’in öyküsündeki samimiyet, oyuncuların rollerini hakkıyla yerine getirmesi sanırım hepimizin özlediği o duygu yoğunluğunu veriyor. Böylesi güzel bir projeye imza atmak, izleyiciden gelen güzel geri dönüş sizde nasıl karşılık buluyor?

Doğru hikâye, doğru insanlarla, doğru zamanda, doğru yerde bir araya geldiğinde kıymetli oluyor. Seyirci de bu kadar gerçek bir duyguyu ıskalamıyor çok şükür.

SÖYLENEMEYENLER

Dizide sizi en çok etkileyen yazmaktan keyif aldığınız karakter hangisi?

Bu bir anneye evlatlarından hangisini daha çok seviyorsun demek gibi oldu. Ama hikâye olarak derseniz baba kızın ilişkisindeki söylenemeyenler belki de söylemek istediklerim olabilir.

Hem projenin kalitesine hem de bu keyifli röportaj için teşekkürler…

Gören gözünüze ve nezaketli sorularınıza ben teşekkür ederim…

Exit mobile version