Şifasını Arayan Toplum

 

Bir yol öyküsüdür insanın öyküsü… Doğar gelişir büyür, büyüdüğüne doyamadan yaşını başını almış bir çocuk olarak, ecel kafilesinin içinde muvakkat geçici menzilinden bâkî yurduna kılavuzlanır.

Gâh baharlar gâh güzler yaşar insanoğlu… Yapıp ettikleri kendi iradesinin ödülü ya da ceremesidir. Ya şükrederek sermedi bir hazinenin anahtarını eline alır, ya da nankörlük ederek bir hiç olarak unutulur gider.

Velhasıl mevsim mevsim imtihanlardan geçmektir yaşamak… “Allah, kimin daha güzel amel yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır”. (Mülk 67/2)

Çocuktur insan… Bu yüzden çocukluğu yani muhtaçlığı hiç bitmez. “Allah, sizi güçsüz olarak yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından bir güç veren, sonra gücün ardından bir güçsüzlük ve yaşlılık verendir. O, dilediğini yaratır. O, hakkıyla bilendir, hakkıyla kudret sahibidir.” (Rum 30/54)

Sağlık ve varlıkla sınanır insanoğlu. “İki nimet vardır ki insanların çoğu onları değerlendirme hususunda aldanmıştır: “Sağlık ve boş zaman.”                (Buhârî, Rikâk, 1)

Kazansa da kaybetse de dönülecek, terkedilmeyecek kapı bellidir: “Ey Muhammed! De ki: “Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamam da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (Enam 6/162)

Yorulmak kaderidir fanilerin… Hastalık sadece bedeni bîtab düşüren ağrı ve sızı değildir. Merhamet ve adalet reflekslerini kaybeden yürekler, maneviyattan uzak kalpler de hastadır. “Kalplerinde bir hastalık vardır onların. Bu yalancılık ve samimiyetsizlikleri sebebiyle bunlara gayet acı bir ceza vardır. (Bakara 2/10)

Bedendeki ağrıya da kalpteki sızıya da sözü geçen “Şâfî” olan Allah’tan şifa istenir. Efendimiz (s.a.v) ne güzel talepte bulunmuş: “Ya Rabbi! Bu hastalığı gider! Şifa ver! Şifa veren sensin! Senin verdiğin şifâdan başka şifa yoktur! Öyle şifa ver ki hiçbir rahatsızlık bırakmasın.”(Buharî, Merdâ, 20)

“Mü’minin durumu gıpta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece mü’minde vardır: Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd, 64)

Hadis-i şerif’te tasvir edilen yaklaşım, pasif işlevsiz çare üretmeyen bir toplumsal yaklaşım değildir. Burada vurgulanan, kişinin çaresizliğine çare ararken varlık sebebini, varoluş gayesini unutmaması, kulun kul olarak haddini bilmesi, kendi varlık hâkimiyet sınırının dışına çıkmaması, kendi heves ve ideallerini tanrılaştırmamasıdır.

Musibetler insana varoluş öyküsünü hatırlatan önemli bir ikazdır. “Size ulaşan her nimet Allah’tandır. Sonra size bir sıkıntı ve zarar dokunduğu zaman yalnız O’na yalvarır yakarırsınız. Sonra sizden o sıkıntıyı giderince, bir de bakarsınız, içinizden bir kısmı Rablerine ortak koşar.” (Nahl 16/53-54)  “Sana bir iyilik dilerse O’nun nimetini engelleyecek yoktur. O’nu kullarından dilediğine verir. O, bağışlayandır, merhametlidir.” (Yunus 10/107) Allah sana bir sıkıntı verirse, o sıkıntıyı Allah’tan başkası gideremez. Sana bir iyilik verirse başkası onu engelleyemez. O, her şeye Kadir’dir. (Enam 6/17)  “İnsana nimet verdiğimizde yüz çevirip yan çizer. Kendisine şer dokununca da umutsuzluğa düşer.” (İsra 17/82) “Kendilerinden azabı kaldırdığımızda hemen yan çizmeye başladılar. (Zuhruf 43/50) “Allah, bana bir rahmet dilerse, onlar O’nun bu rahmetini önleyebilirler mi? De ki: Bana Allah yeter. Tevekkül edenler, ancak O’na güvenip dayanırlar”. (Zümer 39/38)

Ayetlerde çerçevesi çizildiği gibi Müslüman, kalbinde yakîni imanı, dilinde zikri ve şükrü ile  tevekkül hassasiyeti sayesinde hayata tutunur. Tıbbın öngördüğü şekilde tedavilere kulak verdikten sonra hastalığında şifayı Haktan bekler.

En büyük şifa unsurlarından biri de ilahi hitabın sesine sözüne kulak verebilmektir. “Kur’ân-ı Kerîm inananlar için bir rehber ve şifadır; inanmayanlara gelince onların kulaklarında bir sağırlık vardır, Kur’an onlara kapalıdır. Sanki onlara çok uzaktan sesleniliyor. (Fussilet 41/44) Ey insanlar! İşte size Rabbinizden bir öğüt, kalplere bir şifâ ve inananlar için yol gösterici bir rehber ve rahmet olan Kur’an geldi. De ki: Ancak Allah’ın lütfu ve rahmetiyle, işte bunlarla sevinsinler. Bu, onların dünya malı olarak topladıklarından daha hayırlıdır. (Yunus 10/77-78)

Biz Kur’an’dan, mü’minler için şifa ve rahmet olacak şeyler indiriyoruz. Zalimlerin ise Kur’an, ancak zararını artırır. (İsra 17/82)

Rasûlullah (s.a.v) “Haberiniz olsun bir fitne çıkacak” buyurunca sahabeler “Bundan kurtuluş yolu nedir Ey Allah’ın Rasûlü?” dediler. Peygamber Efendimiz (s.a.v)  şöyle buyurdu: “Allah’ın Kitabına uymaktır. Kur’ân-ı Kerim’de sizden önceki milletlerin ahvaliyle ilgili haber, sizden sonra kıyamete kadar gelecek fitneler ve kıyamet ahvali ile ilgili haberler mevcuttur. Ayrıca sizin aranızda iman-küfür, taat-isyan, haram-helal vs. nevinden cereyan edecek ahvalin de hükmü vardır. O, hak ile batılı ayırdeden ölçüdür. O’nda herşey ciddidir, gayesiz bir kelam yoktur. Kim akılsızlık edip, O’na inanmaz ve O’nunla amel etmezse, Allah onu helak eder. Kim O’nun dışında hidayet ararsa Allah onu kendi sapkınlığında bırakır. Kur’ân Allah’ın sağlam ipidir. O, hikmetli olan zikirdir, O dosdoğru yoldur. O, kendine uyanları her türlü kaymaktan, kendisini kıraat eden okuyan dilleri iltibastan her türlü karışıklıktan korur. Alimler ona doyamazlar. Kur’ân-ı Kerim’in çokca tekrarı usanç vermez, tadını eksiltmez. İnsanı hayretlere düşüren mümtaz yönleri son bulmaz, tükenmez. Kim ondan haber getirirse doğru söyler. Kim onunla amel ederse ücrete mazhar olur. Kim onunla hüküm verirse adaletle hükmeder. Kim ona çağrılırsa, doğru yola çağrılmış olur. (Tirmizi, Sevabu’l-Kur’an 14, 2908)

Şifa bazen dıştan gelen tehlikelere karşı misliyle karşılık vermek, izzetle yaşamak için bazen risk almak demektir. “Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onlara azâb etsin ve onları rezîl etsin, hem onlara karşı size yardım etsin ve mü’minlerden bir topluluğun gönüllerine şifâ ve ferahlık versin! (Tevbe 9/14-15)

Evrende şifa verecek ipuçlarını takip ederek şifayı bulmak insanın görevidir. Zira Kur’ân-ı Kerim’de çok geniş yelpazede yeryüzü ve gökyüzüne dair detaylara girilmekte, afaki enfüsi tefekkür sınırları zorlanmakta, sünnetullah denilen evrenin işleyiş kurallarının aslında esmâ-yı hüsnânın tezahürlerinden başka bir şey olmadığı vurgulanmaktadır.

“Yâ Şâfî” diyerek Allah’ı zikretmek, insanlığa çare olacak tıb çalışmalarına bir teşviktir aynı zamanda. “Arıların karınlarından çeşitli renklerde bal çıkar. Balda insanlar için şifa vardır. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için bir ibret vardır. (Nahl 16/69)

Her konuda olduğu gibi hastalıklardan şifa bekleme konusunda da Peygamberler en zirve şahsiyetlerdir. Onlar sabr u sebat içinde tebliğ görevlerini ifa etmişler, kararlı sarsılmaz duruşlarıyla insanlığa örnek olmuşlardır.

Çareler tükenmişken en güçlü sığınak duadır.  Dua her şeyi zaten duyan Semî’ olan Allah’a, “ben de buradayım, huzurundayım” diye ikrar vermektir. “Eyyûb’u da hatırla. Hani o Rabbine, “Şüphesiz ki ben bu dert ve hastalıklara maruz kaldım, sen merhametlilerin en merhametlisisin” diye niyaz etmişti. Biz de onun duasını kabul buyurup katımızdan bir lütuf ve ibadet edenlere bir ders olmak üzere, hastalığını iyileştirmiş, dert namına ne varsa ondan gidermiştik. (Enbiya 21/83-84)

Dergaha küsmek müslüman şiarı değildir. Hakiki tevhid hazanda da baharda da Allah’tan razı olmak demektir. Verdiği aldığı her şeyde onun rızasını aramak, varlıkta şımarmamak, yoklukta yıkılmamak için imanımızı, manevi motivasyonumuzu güçlü tutmamız gerekmektedir.  “Lütfuna da kahrına hoş” diyebilmek nebiler sünnetidir. “Yunus’u da hatırla. Hani öfkelenerek halkından ayrılıp gitmişti de kendisini asla sıkıntıya sokmayacağımızı sanmıştı. Derken karanlıklar içinde, “Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni eksikliklerden uzak tutarım. Ben gerçekten nefsine zulmedenlerden oldum” diye dua etti. Biz de duasını kabul ettik ve kendisini kederden kurtardık. İşte biz mü’minleri böyle kurtarırız. (Enbiya 21/87-88)

Çünkü veren de alan da, alçaltan da yükselten de Allah’tır. İbrâhim’in (a.s) dediği gibi “Allah, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir.

Beni yediren ve içirendir.

Hastalandığım zaman bana şifa verendir. (Şuara 26/75-80) “Gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indiren yeryüzünü yerleşmeye elverişli kılan, vadilerinden nehirler akıtan, yerde sarsılmaz dağlar yaratan, iki deniz arasına engel koyan, darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve başındaki sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hâkimi halifeler kılan Allah (Neml 27/59-62)

Peygamber Efendimize (s.a.v) salât u selâm getirmek de bir şifa unsurudur: Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salavat getirirler. Ey müminler! Siz de ona salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin. (Ahzab 33/56) “Siz beni anın zikredin ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, bana nankörlük etmeyin! (Bakara 2/152)

Nebinin fiziki varlığı önceki milletlerde olduğu gibi tüm şehri helâk edecek şekilde bir cezanın gelmesine engeldir. “Halbuki sen onların içinde iken Allah, onlara azap edecek değildir.” (Enfal 8/33) Ümmet-i Muhammed bu tür toplu cezalardan masum kalmıştır. Peygamberimizin vefat ettikten sonra onun sünnet-i seniyyesi toplumdan önemsiz bir detay olarak görüldüğünde felaketlerin gelmesinden endişe edilmelidir.

Hayatın bereketi yaşamın huzuru nebevi sünnettedir. Hadisi şeriflerin hayatımızdan yavaş yavaş uzaklaşması, sahabeye, selef-i salihine küçümseyici tavırla bakılması, toplumdan feyiz ve bereketin çekilmesi toplumun hasta olması anlamına gelmektedir.

Bûsîrî’nin (ö. 695/1296) felçli iken Peygambere yazdığı kasidesinden ötürü şifa bulduğu, İslam beldelerinde asırlarca Kaside-i Bürde’nin şifa amaçlı okunduğu, Allah’ın izniyle berekete ve şifaya vesile olduğu malumdur. Burada söz konusu edilen, tıp ilminin verilerini inkar etmek değildir. Tıptaki gelişmeleri takip etmek zahir hayatın bekası için elzemdir. Doktora gitmek zaruridir. Şifayı verenin Allah olduğu bilincini destekleyen manevi bir rehabilitasyon için sünnet-i seniyye etrafında şekillenen tasavvufi erdemli bir yaşam öncelenmelidir.

Eskiden tekkelerde ince işçilik manevi hayatlar birinci kaynaktan ayne’l-yakin öğrenilirdi.

Camide dinlenen vaaz ve hutbeler tekkede müşahhas bir örnekliğe bürünür, dervişler evrad u ezkar sohbet vb ritüellerle bu maneviyatı diri tutardı. Doğum, sünnet, evlilik, asker uğurlama, yağmur duası, mevlid, cenaze ve kandil gibi adet ve gelenekler, ruha şifa veren sosyal dindarlık argümanlarıydı. Sohbet adabını öğrenen anne- babaların terbiyesinde yetişen çocuklar, belli kıvama sahip bir entelektüel irfana tanık olurdu. Evlerde nafile ibadetler, çocuklara canlı birebir örneklik teşkil etmekteydi. Silsile halinde evlerde okunan menkıbe kitapları sayesinde İslam tarihi hakkında az çok bir malumat edinilirdi.

Modern dünyada virüs salgını vb faktörlerle klasik sohbet ortamları azalsa da günümüzde internet imkanları, hayrı çoğaltan şerre mani olan bir bilgi edinme fırsatı olarak önemini korumaktadır.

Eskiden salgın hastalık vb felaket durumlarında, belaların def’i için bütün şehirlerde Buhari okuma geleneği oluşmuştur. Yakın tarihte kurtuluş savaşında ülkemizin çoğu yerinde devlet emriyle Buhari-i şerifin okutulduğu bilinmektedir.

Ayasofya camiinde Osmanlı döneminde asırlarca kesintisiz sürdürülen tefsir ve Buhari derslerinin İstanbul müftülüğü tarafından yeniden başlatılması yüreğimize su serpmiştir. Camilerde senediyle metniyle Peygamberimizin hadislerinin teknik detaylarıyla işlenmesi, toplumsal şifamız için önemlidir. Kuru hamasi söylemler yerine ilmi disiplinlere bağlı cami derslerinin ciddiyetle sürdürülmesi, bin bir manevi buhran ve sıkıntı ile boğuşan toplumlar için bir deva kaynağıdır.

İlim ve irfan medeniyeti, o medeniyeti kuran metinler etrafında şekillenir. İslam medeniyeti tefsir, hadis, fıkıh, kelam, tasavvuf gibi gibi dini ilimlerin temel metinlerine vefalı bir medeniyettir. Şer’î ilimler alanında yazılan kurucu eserler, şerh haşiye talik geleneği ile sürdürülebilir bir dindarlığın çimentosu olmuştur.

Modern dünyanın talihsizliği, sabit ayağını kaybeden pergelin talihsizliğidir.

Hiçbir temele dayanmayan, kritiği yapılmamış malumat çöplüğünden beslenen modern insan, bilerek öğrenerek uçuruma yuvarlanma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Zira materyalist akılcılığı dini söylemlere de hakim kılan bir rasyonel dindarlık, toplumdaki manevi beslenme ritüellerini hurafe olarak yaftalamakta, avam deyip ötelediğimiz kimselerin duygusal manevi zenginliklerini görmezden gelmekte, halk irfanı diyebileceğimiz fıtri doğal dini edebiyat literatürünü yok saymaktadır.

Akademik bilginin popüler kültürün otoritesine boyun eğmesiyle birlikte, toplumsal dindarlık şekilleri de şirazesinden çıkmış görünmektedir. Artık mübarek gün ve geceler sıradan bir takvim yaprağı ayrıntısından ibarettir. Kandil geceleri mevlid okumak da bidattır. Kabirlere Yasin okuyan hocaların, torunlarına Tebareke okuyan yaşlı teyzelerin nesli tükendikçe ölüm sanal bir siluet olarak gündemimizden çıkmaktadır.  Ölümü gündeminden çıkaran insanların maddi olmasa da manevi bir hastalığa düşmesi kaçınılmazdır.

Sadece amelsiz salt bilgiyi referans olarak alan mütekebbir entelektüel rol modellerin din adına rehber olarak görülmesi, şifasını arayan toplumlara ikinci bir musibet olarak yeter.

Toplumsal ahenk, ilmiyle ameliyle adaleti ve insafıyla temâyüz etmiş manevi şahsiyetlerin teşvik edilmesiyle gerçekleşir. İyilerin itilip kakıldığı, gözden düşürüldüğü toplumlarda bilinçli dindar nesillerin yetişmesi zordur. Köşe kapmaca usulü günübirlik dini söylemlerle şöhret elde etmek mümkündür. Dünyanın şöhrete değil, iyiliği çoğaltan, kötülüğü azaltan rabbani alimlere ihtiyacı vardır. Ucuz şöhret planlamaları yerine, ayağı yere basan ilmi irfani adımlar sadre şifa çözümler üretebilir.

“Bizden her türlü üzüntü gam kederi gideren Allah’a hamdolsun. Doğrusu Rabbimiz bağışlayandır (ğafûr), şükrün karşılığını verendir (şekûr). (Fâtır 35/34)

Exit mobile version