Yazarın Seyir Defteri

 

Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada, namuslu insanların arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem, kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkarttım. Kalemi yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım,’’ der içindeki yazma tutkusunu dile getirmek için yazar Sait Faik Abasıyanık.

Kendimi bildim bileli okumaya ve yazmaya meraklıydım. Lise yıllarımda evde anneme ev işlerinde yardım ederken elime rafların arasına serilmiş bir gazete parçası geçmeye görsün, son satırını okuyana kadar başından kalkamaz, bu halimle annemin epey canını sıkardım. İlk şiir ve yazı denemelerimi yazdığım defterimi hâlâ saklarım. Üniversite yıllarında sayısal bir alana yönelmem dahi edebiyatla olan bağımı koparamadı. Yazamadığım zamanlardaki içsel huzursuzluğumu fark ettikçe Sait Faik Abasıyanık’ın bu cümlelerini hatırlar kendisini anlar, hak veririm.

Yazarlar eserleriyle okuyucunun zihninde yeni bir dünya, atmosfer, ruh hali oluşturuverir. Bir romanla kendimizi kahramanla birlikte katilin peşinden koşarken bulur, bir öyküyle kendimize dair bir yüzleşmeyle burun buruna geliveririz. Edebiyat hayatı hayat edebiyatı sarmalar.

Yazarların eserlerini; romanları, öyküleri nasıl yazdıkları, konuları nasıl belirlediklerinden tutun da çalışma masalarında neler olduğuna, günün hangi saatinde çalıştıklarına, bilgisayarla mı kalemle mi yazdıklarına kadar birçok konu kitapseverler tarafından merak edilir. İyi yazmanın bir formülü var mıdır? İlham ne zaman ve nasıl gelir? Sanırım bu sorular yazma becerisini geliştirmek isteyenler ya da yazarların nasıl ürettiğini merak edenlerin zihinlerini epey meşgul eden sorulardır.

Üretme sürecinde bir yazarla bir sporcu arasında hiçbir fark göremiyorum. İkisinde de yeteneğin başarıya katkısı yüzde birdir diye düşünürüm. Başarının asıl anahtarı çalışmaktır. Bir yüzme şampiyonunun kendine ait rekoru kırabilmesi için daha fazla çalışması şartı olduğu gibi yazarın da yazma kasının kuvvetlenmesi için okumayı ve yazmayı bir rutin haline getirmesi gerektiğini söylediğimde bütün iyi yazarlar beni onaylayacaktır. Yetenek altın gibidir, değerlenmesi için toprağın altından çıkarılıp işlenmeye muhtaçtır.

Yazmak için ilham gelmesini bekleyenlere şunu söylemek isterim: benim de kendisinden yazı dersleri aldığım usta şair, yazar, yayımcı Ali Ural’ın söylediği gibi ilham gelmez ilhama gidilir, hatta ilhama doğru aşkla hevesle koşulur. Bu da bizzat yaşamın içinde olmakla; gezip yeni yerler yeni kültürler görmekle, dünyada olup bitenleri izlemekle olur. Yazarlar farklı disiplinlerden nitelikli kitaplarla, filmlerle, sanat eserleriyle ve yaşamın bizzat kendisiyle beslenirler. Yazmak, yazar masaya oturduğunda zihin, ruh ve duygu dünyasında biriktirdiklerinin sızmasından başka bir şey değildir aslında.

Bugün beğeniyle okuduğumuz, nitelikli edebiyat eserleri günümüze kadar gelen yazarlar disiplinli ve ciddi bir çalışma rutini benimseyenlerdir. Yazarların bir konu üzerine çalışmadıkları zamanlarda bile bir kaptanın seyir defteri gibi gördükleri günlüklerine her gün düşünsel, duygusal, ruhsal dünyalarını aktarmayı alışkanlık edindikleri bilinmektedir. Bugün Tolstoy’dan Kafka’ya kadar çok önemli yazarların günlüklerinin yayımlandığını biliyoruz.

Yazarlık aslında ağır bir işçiliktir. Yazmak sizden sadakat, adanmışlık, merak, süreklilik ve öz disiplin ister. Peki hepimizin tanıdığı, kitaplarını beğeniyle okuduğumuz ünlü yazarların nasıl bir yazma rutinleri vardır?

Ünlü düşünür ve yazar Cemil Meriç gözlerinde oluşan rahatsızlık nedeniyle kitap okumakta güçlük çekmiştir. Bu durum bile onu okumaktan geri bırakamamış, çalışma masasının üzerine koyduğu bir sandalye ile ışığa en yakın alanda kitap okumaya devam etmiştir. Artık gözleri göremez duruma geldiğinde ise yakınlarının yardımıyla yazmaya devam etmiş hatta en verimli eserlerini bu dönemde vermiştir.

Yazmanın bir seyahat olduğunu söyleyen Sibel Eraslan yazarlığa Mustafa Kutlu’dan aldığı derslerle başlamış. Erarslan; siyasetten, sosyal sorumluluk projelerine kadar çok yönlü aktif bir hayatın içinde bulunmuş olması, bu halin yazı masasını sokağa kurdurduğunu söyleyerek, her yerde yazabildiğini belirtir. Eraslan gazetecilikten gelme alışkanlıkla bir yazma ritmi elde etmiş üretken bir yazarımızdır. Çoğunlukla gece çalışan ve koku imgesini sıklıkla kullanan Eraslan’ın masasında kolonya şişeleri bulunurmuş.

Dört çocuklu, sekiz torunlu, gündelik alışverişini kendi yapan, yemeğini kendi pişiren Ayşe Kulin herkes uyurken sabah 6.00’dan 11.00’a kadar yazarmış. Bazen akşam da yazdığını öğrendiğimiz Kulin, her şart altında yazabilen yazarlarımızdan. Küçük bir dizüstü bilgisayarıyla havaalanlarında, uzun otobüs yolculuklarında, her zaman her an her yerde üretebilen ve gürültülerden kendini soyutlayabilen bir yazarımız. ‘’İlham perim yok,’’ diyen Kulin hayatın içinde tanık olduklarından ya da merak ettiği tarihi olaylardan romanlarına konu  bulurmuş.

Tanışma imkanı bulduğum, bizzat kendisinden yazarlık dersleri aldığım ve  çalışma disiplini hakkında ipuçları edindiğim usta yazar Feridun Andaç yazarlıkta yeteneğin yüzde bir olduğuna inananlardan. Evinde kütüphanesinin bulunduğu odada büyük bir çalışma masası olan yazar, evin diğer odalarında da çalışma masası olduğunun ve üzerlerinde okunmayı bekleyen kitapların hazır bulunduğunun bilgisini paylaştı. Gösterdiği çalışma masalarına ait fotoğraflardaki düzen Andaç’ın düzen, disiplin ve estetik anlayışının yansımaları gibiydi. Çalışma masasının davetkâr olması gerektiğini söyleyen Andaç’ın masasına okunmayı bekleyen kitaplar düzenli bir şekilde sıralanmış, renkli kalemler masa üzerine intizamla yerleştirilmiş, hepsinin ucu açık kurşun kalemler bir kutu içinde tükenmez kalemler ayrı bir kalemlik içinde sıralanmış vaziyetteydi. Dikkatimi çeken bir husus Feridun Andaç’ın her bir masa üzerinde çalışma defterlerinin altında serili olan küçük renk renk örtüler oldu. Andaç çantasında dahi böyle renkli bir örtüsü olduğunu, bu örtüyü serdiği her ortamın onun için bir çalışma mekânına dönüştüğü düşüncesinden bahsetti. Andaç’ın örtü imgesi yazarlığın ancak adanmışlıkla yapılabileceğinin bir bayrağı olarak dalgalandı gözümde.

Bir eserle anılmak, unutulmayı yenmek, zamana iz bırakmak arzusu kaynar insanoğlunun ruhunda. Sanat insanın anlam arayışıdır. Yazmak, yazarın duygu, düşünce ve ruh dünyasından taşanları sızdıran bir penceredir.

Exit mobile version