Yeni Akım: Doğallık kutsaması

Herhangi bir şey popüler olmaya görsün önce arkasından gideni çoğalıyor sonra da eleştirip karşı çıkanı. Bu tarih boyunca böyle olmuş. Bir şeye ilgi, en yüksek noktaya geldikten sonra illa ki tersi bir akım ortaya çıkıyor. Klasizm’e tepki olarak Romantizm, Romantizm’e tepki olarak da Realizm’in doğması gibi. Birilerinin sevip bağrına bastığını, birileri illa ki yerden yere vuruyor.

Son zamanların bağra basılanı ise “sadelik ve doğallık” akımı… Neye tepki olarak doğdu derseniz, gösteriş çılgınlığına, kusursuz güzellik anlayışına diye başlayıp bir araba şey yazabilirim. Yeni dijital hayatımızın olanı göstermek, başkalarınınkine bakmak, gördüklerimize özenmek üzerine kurulu olduğunu düşünürsek bu, çok da şaşırtıcı bir liste olmayacaktır. Fakat ben bugün listenin en nadide üyesi olan kusursuz güzellik algısını kestirdim gözüme. Elbette durduk yerde olmadı bu. Geçtiğimiz günlerde meşhur bir kadın pop şarkıcımız “makyajsızlık meydan okuması” , “özgüven hareketi” gibi isimler verdiği bir akım başlattı. Yani kusursuzluğu eleştirme adına, doğallığı kutsama! İlla ki bir şeyleri kutsayıp göklere çıkarmak zorunda mıyız diye düşünmeden edemiyor insan.

Kadınların güzellik ile imtihanı çağlar boyu sürmüş. Güzeli aramak, güzeli istemek insanoğlunun doğasında olsa da sanki biz kadınlar için ona sahip olmak biraz daha önemli gibi duruyor.  Yunan mitolojisindeki bilgelik ve savaş tanrıçası Athena, her ne kadar Afrodit ve Hera kadar güzelliği ile ön plana çıkmasa ve bilgeliği temsil etse de güzelliği önemsiyordu ve onlarla bir güzellik yarışmasına bile girmişti. Günlerden bir gün flüt çalarken; flütün yanaklarını şişkin gösterdiğini söyleyerek gülüşen  Afrodit ve Hera’ya kızdı ama yine de gidip nehirdeki yansımasına baktı. Gerçekten de flüt çalarken yanakları şişiyordu ve çirkin, komik görünüyordu. Flütü derhal fırlattı ve bir daha asla eline almadı. Bu bir mitoloji, efsane olsa da yine de çağlar öncesinin güzellik algısını anlamamız için yüzyıllık bir örnek olarak önümüzde duruyor.

Bu yazının amacı “güzel”in felsefi bir tanımı yahut çağlar arası değişen güzellik algısını aktarmak değil. Onu felsefeciler yahut sosyologlar yapabilir. 

Ben çağlar değişse de bize dayatılan güzellik algısının değişmemesinden yakınıyorum.

Güzellik algısı çağdan çağa hep değişmiş. Yani bugün beğenip göklere çıkardığımız güzelliklerin, başka çağlarda yüzüne bakılmayacaktı belki de…

Fakat güzel olarak tanımladığımız beğendiğimiz şeyler sürekli olarak değişse de; illaki bir şeyleri güzel olarak tanımlama arzumuz asla değişmiyor. Muhakkak ki topluca bir şeyleri beğeniyor, kutsuyor; başka bir şeyi de eleştiriyor ve yeriyoruz. Bense bunların tamamen bireysel olması gerektiği gibi bir ütopyanın içinde yaşıyorum sanırım.

Zaten güzellik algısının çağlar boyu değişmesi de dijital hayat ve sosyal medya sonrası tarih oldu gibi görünüyor. Yani gözümüz aydın artık güzellik algımız da küreselleşti.

Ünü düşünür ve yazar Umberto Eco, üşenmemiş güzellik ve çirkinlik üzerine Güzelin Tarihi ve Çirkinin Tarihi isimli iki ayrı kitap yazmış- güzelliğin yalnızca çağlar arasında değişmediğini; aynı çağda da farklı güzellik algılarının koyun koyuna yaşadığını dile getirmiş. Yani diyor ki, aynı çağda yaşasa bile bir Avrupalı ile bir Çinli aynı şeyi beğenmiyor, bir kültürde hoşlanma duygusu uyandıran şey diğer kültürde tiksinme uyandırabiliyor.

Sevgili Eco; korkarım ki çok yakın bir zamanda hoşlanma, tiksinme gibi algılarımız da ortaklaşacak ve dünya artık küçük bir köy değil küçük ve ortak tek bir beyin olacak. Dijital hayat, sosyal medya sayesinde artık bir Çinli ile Avrupalı aynı şeylerden hoşlanıyor, aynı şeylerden tiksiniyor, aynı ikonları beğeniyor, aynı insanlara hayran oluyor. Dünya olarak hepimiz aynı güzellik algısının peşinden gidiyoruz.

Elbette kültürel beğenileri değişmeyen kendi güzellik algısını koruyan toplumlar var ama bu küresel dayatmaya ne kadar daha direnebilirler bilmiyorum. Çünkü dünyanın bir ucundaki insanlar, diğer ucundaki insanların güzellik algısını kabullenmeye peşinden gitmeye bile başladı. Dünyadaki çılgın Kore hayranlığını ve Kore’yi rüyasında bile görmeyenlerin onların güzellik algısını benimsemesini başka nasıl açıklayabiliriz?

Güzel kadın tanımını yaparken dünyanın bambaşka yerlerinde aynı kadınların isminin söylenmesi, bu kadınların her şekilde taklit edilmeye çalışılması, estetik ameliyatlarla bu ikon kadınlara benzemeye çalışılması da güzellik algımızın küreselleştiğini gösteriyor.

İnsanoğlu her zaman güzel olmak ve güzel görünmek istemiştir ama bunu dünya ile paylaşmak ve onaylatmak hiç bu kadar önemli olmamıştı. Sosyal medya kusursuz güzellik algısına epey hizmet etti. Özçekimler insanlarda ikon kabul edilen kişilerle kendilerini kıyaslama ve onlara daha çok benzeme arzusu uyandırdı.

Şimdi yazının başında söylediğim şeye dönmek istiyorum. 

Bu kusursuz güzellik algısı ve birbirine benzeme durumu o kadar büyüdü ki buna tepki olarak “doğalcılar” ortaya çıktı. Kim bilir yüzyıllar sonra tıpkı romantizme tepki olarak doğan realizm gibi bunu da yazar tarih kitapları. Kusursuzculara karşı doğalcılar da; tıpkı onların yaptığını yaptı ve doğallığı kutsadı. Doğal olmak, makyajsız olmak, filtresiz olmak vs yeni güzellik algımız oldu. Bu durumda ideal güzel olarak tanımlanan şekilde olamadığında kendini yetersiz hissedenler, doğal hallerinde yetersiz hissetmeye başladılar. Yine elimizde nur topu gibi bir yetersizlik algısı oldu anlayacağınız.

Makyajsızlık meydan okuması, özgüven hareketi gibi ilk bakışta masum ve faydalı gibi görünen akımların, esasen tamamen reklam ve markaların hizmetine dayanan yeni algı dayatmaları olduğunu düşünüyorum. Dün bakımlı kadının güzel olduğu algısı vardı, bugün ise doğal kadının. Küçük ütopik dünyamda istiyorum ki, bu çağlara göre akımlara göre değil bize göre değişsin; bakımlı ya da doğal, makyajlı ya da makyajsız nasıl istiyorsam öyle güzel olmalıyım.

Sevgili Eco, gittiğinden beri çok şey değişti. Keşke “güzelin tarihi”ni en baştan yazsak ama bu sefer hepimiz kendi kitabımızın yazarı olalım.

Exit mobile version