Yönetilecek Algımız Yoktur

Elektronik iletişimin yaygınlaşmasının toplumların düşünsel değişimlerindeki etkisi üzerine çalışan Kanadalı yazar Marshall Mcluhan, 1960’lı yıllarda Dünya’nın artık bir köyden farksız olduğunu ifade ediyordu. Aradan geçen 60 yılda Dünya deyimi yerindeyse eskisinden daha hızlı dönmeye başladı ve yazarın öngörüsü tam anlamıyla gerçek oldu. Dünya’da bir haberin yayılımı artık küçük bir köyden bile hızlı. Bununla birlikte bilgiye erişim de 20. yüzyıla göre oldukça kolay ve daha masrafsız. Ancak özellikle bazı toplumların kriz anlarında verdiği ani ve abartılı tepkiler, bir haberin yayılım hızının toplumsal bütünlüğü zedeleyebilir oluşu konusundaki birtakım endişeleri de haklı çıkarmakta. Bilginin erişilebilirliğinin, sadece birkaç on yıl öncesine göre ciddi anlamda kolaylaşmasının insanlık için ne kadar büyük bir fırsat olduğunu bir kenara bırakırsak haberlerin saniyeler içerisinde Dünya’nın bir ucundan diğerine yayılabilir oluşunun taşıdığı oldukça büyük bir riski de var!

Sevgili okuyucu, bu ay sizlere sosyal medya üzerinden servis edilen yalan haberlerlerden, karalama kampanyalarından ve yürütülen algı çalışmalarının ne gibi sonuçlara yol açabileceğinden bahsetmek istiyorum. Malcolm X’in sarfettiği “Eğer dikkatli olmazsanız gazeteler mazlumlardan nefret etmenize ve zalimleri sevmenize sebep olur!” cümlesinden hareketle, çağımızda algı yönetiminin ne denli hassas bir konu olduğunun bu yazı vesilesi ile altını çizmek niyetindeyim.

Çoğumuz doksanları yaşamış bir nesil olarak Türkiye’de linç kültürünün hangi noktalara kadar ulaşabileceğine sanırım aşinayız. Siyasi tarihimizin yakın geçmişinde bırakılan kara lekelerden bir tanesi olan 28 Şubat süreci hafızalarımızda hâlâ yerini koruyor.

Bu süreçte bazı gazetelerin ve televizyon kanallarının yayın etiğini hiçe sayarak paylaştığı haberlerin, muhafazakar kesimin üzerinde oluşturulan travmaya olan katkısı oldukça büyüktü. O dönemde sözlü tacizlere, kötü bakışlara direnç göstermeye çalışan bu kesim için psikolojik zorbalık ne yazık ki yeni normaldi. Her yeni günde yeni bir yalana uyandırılan manşetler ve özel yayınlarla istenilen tepki topluma kazandırılmış ve birçok insan bu yıllarda kendi yurdunda parya edilmişti. Yakın tarihimize baktığımızda daha birçok örneğine rastlayacağımız bu gibi süreçler, algı yönetiminin sonuçlarını gözler önüne sermekteydi. Çabuk galeyana gelmesiyle tanınan toplumumuzun, gerçek dışı ve abartılı haberlerin de etkisiyle kitlesel olarak mantık çerçevesinden çıkarılarak duygularının harekete geçirilmesi toplumsal çözülme anlamında tam bir kriz demekti.

Bu algı yönetimi, sonraki yıllarda -siyasal iklim muhafazakarlardan yana döndüğünde- vesayet rejiminin yer yer kendini hissettirmesi ile geçerliliğini korumaya devam etmişti. 17-25 Aralık operasyonları, Gezi Parkı eylemleri ve 15 Temmuz kalkışması ile doğrudan Ak Parti iktidarı alaşağı edilmek istenirken; bu olaylarla eşzamanlı olarak binlerce asılsız haber, yerli ve yabancı medya tarafından servis edilmişti. Ancak bu operasyonların başarısızlığından sonra, iktidarı ele geçirme ihtimalini neredeyse tamamen kaybeden yerleşik seçkinler, FETÖ’den PKK’ya kadar devlet düşmanı tüm kesimlerle “ittifak” kurarak iktidardan kamuoyu desteğini çektirmek adına aşina olduğumuz algı yönetimlerine ciddi bir hız kazandırdılar.

Özellikle birkaç yıl içerisinde sosyal medyanın iyice yaygınlaşması kamuoyu algısında oynamalar yapılabilmesi adına yeni taktiklerin geliştirilmesini kolaylaştırdı. Günümüzde hem iç hem de dış aktörlerce sürekli Türkiye üzerine yeni bir suni gündem oluşturularak ortak bir nefret zemini yaratılmakta. Gerek ülkemizin gelişmesinden kaygı duyan gerek kendi meşruiyetlerini korumaya çalışırken çoğu zaman islamofobiyi yedek gündem olarak cebinde tutan ülkelerin; terör örgütlerinin yurt dışı ayakları tarafından fonlanan medya şirketleri ve derneklerin destekleri ile mevcut iktidara ve destekçilerine karşı resmen karalama kampanyası yürütülüyor.

Örneğin geçtiğimiz günlerde Hatay’da ciğerlerimiz yanarken failler açıklama yapana kadar yanan alanların imara açılacağı manipülasyonu sağır sultanın kulağına kadar ulaşmıştı. Bununla birlikte PKK’nın yangının sorumluluğunu üstlenmesinin ardından manipülasyona alet olan bazı aktörler “yere izmarit bile atmayan çiçek çocukların” sebep olduğu bu durumu sadece kulak ardı etmekle yetindiler.

Her yeni gün üzerine bin tanesi eklenen yalanlara inanmak gerçekten çok kolay. Gerçek dışı haberler, düzmece belgeler ve montajlı dökümanlar kasıtlı olarak servis edilip kamuoyu direnci oluşturulmaya çalışılırken düzeltme ve tekzipler ne yazık ki yeterince ilgi görmüyor. Bazen etnik kimlik üzerinden devlet ulusüstü boyutta sıkıştırılıyor bazen tarikat ve cemaatler suçlanarak Türkiye radikalleştiriliyor algısı yayılıyor. Deyimi yerindeyse gerçek ayakkabılarını giymeden yalan Dünya’yı dolaşıyor. Bu tür haberleri servis etmenin çeşitli yaptırımları olsa da haber kaynağının binlerce parçaya bölünmesi failin takibini zorlaştırarak zamanında kontrol sağlanmasını imkansız hâle getiriyor.

Tüm bu gerçekler doğrultusunda Dünya yeni toplumların inşası planlarıyla hızla savrulurken alınması gereken çeşitli önlemler de elbette yok değil. Öncelikle medyanın psikolojik savaş tekniği olarak kullanıldığını kabul ederek kitlesel olarak “sosyal medya okuryazarlığı” eğitimlerinin verilmesinin şart olduğunu düşünüyorum.

Her yeni gün maruz kaldığımız bilgi kirliliği içerisinde haberin kaynağının güvenilirliğini teyit etmeden habere inanmamak; anında paylaşım yapmamak yeri geliyor hayati önem taşıyor. Bu anlamda bir farkındalığın oluşturulması ve “yönetilecek algımız yoktur” mesajının verilmesi toplumsal bağların bu teknikler ile kopartılmasını engelleyecektir. Zira kriz anlarında bir ülke için birlik olmayı başarabilmek kriz anını aşmanın en önemli kriteridir.

Exit mobile version