Bir Başkadır

Uzun zamandır ülke gündemine tabiri caizse böyle bomba gibi düşen bir yerli dizi olmamıştı sanırım. Herkes bunu konuşuyor derler ya, hakikaten herkes bu diziyi konuşuyor. Sosyologlar, psikologlar, yazarlar, eleştirmenler…

Malum yerli dizilerin karnesi pek başarılı değil, hatta dizinin içinde “oturup Türk dizisi mi izleyeceğim” diyen bir karakter bile var. Ana akım televizyon kanalları, reklam verenlerin kurallarına göre oynadığı ve hala akıl almaz uzunlukta diziler çektiği için, içi boş sahneler, gereksiz diyaloglar, uzayan ve saçmalaşan senaryolar izliyoruz mecburen. Hal böyle olunca kırk yılda bir kaliteli dizi bulmuşuz, yakasına yapıştık izleyiciler olarak. Tabi bunda dizinin dijital platformda yayınlanmasının da etkisi büyük.  Süre sınırı olmayınca, yönetmen adeta çeyiz gibi işlemiş diziyi. Manasız tek bir açı, gereksiz tek bir sahne yok. Doksan derecelik çekim açıları, renkler, ışıklar her detay kusursuz.

Zaten bir şey olsa da ikiye bölünsek diye pusuda bekleyen insanlar olduğumuz için bize taraf olacak konu olsun yeter ki! Dizinin konusu da bıçak sırtı bir konu olunca, bir de üzerine günümüz sosyolojik yapısını bu kadar cesur inceleyince hemen karşı tribünlerdeki yerimizi aldık.

Ben beğenenler tarafındayım ama dizi resmen izleyicilerini ikiye ayırmış durumda. Neticede görünmez bir çizgi ile ayrılmış kadar farklı iki tarafı anlatan bir dizinin, İzleyicilerinin de ikiye bölünmesi şaşırtıcı değil.

Zaten bir şey olsa da ikiye bölünsek diye pusuda bekleyen insanlar olduğumuz için bize taraf olacak konu olsun yeter ki! Dizinin konusu da bıçak sırtı bir konu olunca, bir de üzerine günümüz sosyolojik yapısını bu kadar cesur inceleyince hemen karşı tribünlerdeki yerimizi aldık. Günlerdir “Bir Başkadır” ile yatıp, “Bir başkadır” ile kalkıyoruz.

 

 

Dizinin baş karakteri Meryem çoktan fenomen oldu. Replikleri sosyal medyada paylaşılmaya doyulmuyor. İllüstrasyonları bile yapılmış. Bu bizim yabancı olduğumuz bir şey değil elbette. Bu ülke dizi kahramanlarının gıyabi cenaze namazının kılındığı günleri yaşadı. Ama bu kadar kısa sürede olanına ben ilk kez şahit oluyorum. Meğer toplumda kaliteli sanat açlığı yaşanıyormuş. Çünkü dizi adeta biraz uzatılmış sanat filmi gibi. Hani şu sıkıcı, anlamsız boşlukları olan, çok önemli bir şey anlatıyormuş da biz anlamıyormuşuz gibi davrandığı için eleştirilen sanat filmleri gibi… Diziyi Nuri Bilge Ceylan filmlerine benzetenler bile var. Bir kısım izleyici ise buradaki boşlukların Nuri Bilge filmlerindeki kadar anlamlı olmadığı gerekçesiyle buna karşı çıkıyor.

Bir kısım izleyici ise, sekiz bölümlük mini dizi yerine, uzun metraj bir film olaydı; sinemalarda bir kaç bin kişinin izleyeceği, çoğunluğun haberinin bile olmayacağı bir festival filminden öteye geçemeyeceğini iddia ediyor. Bense film yerine dizi olmasının doğru bir seçim olmasına katılmakla beraber her türlü aynı etkiyi yaratacağına inanıyorum.

Biz; çok çabuk ayrışan ama bir o kadar da çabuk kenetlenen, hakikaten enteresan bir milletiz. Çünkü duygularımızla yaşayan insanlarız. Hep anlatılan bir şehir efsanesi vardır. Türkiye’ye gelen turistlerin “trafikte size bağırır, çağırır hatta küfreder, aynı adamın evine misafirliğe giderseniz ısrarla yemek yedirir, çay içirir, ayağına terlik verir, rahat ettirmek için uğraşır” diye anlattığı söylenir.

Bana göre dizi sanatsal açıdan başarılı olmasının yanı sıra konusu ile mutlaka gündeme otururdu. Çünkü biz; çok çabuk ayrışan ama bir o kadar da çabuk kenetlenen, hakikaten enteresan bir milletiz. Çünkü duygularımızla yaşayan insanlarız.

Hep anlatılan bir şehir efsanesi vardır. Türkiye’ye gelen turistlerin “trafikte size bağırır, çağırır hatta küfreder, aynı adamın evine misafirliğe giderseniz ısrarla yemek yedirir, çay içirir, ayağına terlik verir, rahat ettirmek için uğraşır” diye anlattığı söylenir. Futbol maçında birbirini bir kaşık suda boğacak taraftarların aynı maç, hasta bir çocuk için yapılan dostluk maçı olduğunda can ciğer kuzu sarması olması gibi. Yani birbirine hem çok uzak hem çok yakın insanlarız. Dizi işte tam buradan bakıyor ve klasik tabirle bir ayna tutuyor hepimize.

Başörtülü ve eğitimli bir kadın karakter ve başörtüsüz-eğitimsiz kadın karakter olamaz mıydı? Ülkede örnekleri yok mu? Kendimden başlayarak cevap veriyorum elbette var. Fakat dizinin amacı farklı kadın profillerini yansıtmak değil bana göre. Esasen üst sınıf tabir ettiğimiz sosyo-ekonomik düzeyi yüksek, eğitimli kesimin alt sınıftaki hemcinslerine bakışını ve bakışın ne denli faşist (yazarın kendi tabiriyle) bir yaklaşım olduğunu anlatmaya çalışıyor.

Dizinin baş karakteri, başörtülü genç bir kız, eğitim görmemiş ve temizlikçi. Bir kısım izleyiciye göre varoş yani. Dizide birkaç başörtülü kadın karakter daha var, bunlar farklı kesimleri temsil eden karakterler ve hiçbiri eğitimli değil. İşte dizi izleyicileri tam da bu noktada ikiye ayrılıyor. Başörtülü kadın karakterler eğitimsiz ve alt sınıftan, başörtülü olmayan kadın karakterler ise eğitimli iyi yerlere gelmiş ve üst sınıftan kadınlar. Bu bir belgesel olmadığı için ben diziyi böyle okumuyorum. Kaldı ki evet ülke gerçeğinin bir kısmı tam olarak bu. Başörtülü ve eğitimli bir kadın karakter ve başörtüsüz-eğitimsiz kadın karakter olamaz mıydı? Ülkede örnekleri yok mu? Kendimden başlayarak cevap veriyorum elbette var. Fakat dizinin amacı farklı kadın profillerini yansıtmak değil bana göre. Esasen üst sınıf tabir ettiğimiz sosyo-ekonomik düzeyi yüksek, eğitimli kesimin alt sınıftaki hemcinslerine bakışını ve bakışın ne denli faşist (yazarın kendi tabiriyle) bir yaklaşım olduğunu anlatmaya çalışıyor.

Yine farklı bir açıdan bakarsak, bana göre dizi en çok tabiri caizse seküler kesime sallıyor. En acımasız onlar eleştiriliyor. Pskiyatrist Peri karakteri, onca eğitimine, mesleki tecrübesine rağmen karşısına başörtülü bir hasta geldiğinde, -getirdiği böreği yiyemeyecek kadar- içindeki nefret duygusundan kurtulamıyor. “Hocasına danışmadan terapiye gidemediğini” eleştirdiği sözde varoş ve cahil türbanlı kızla aslında aynı olduklarını, Peru’da şaman aramasından, yoga ile huzur bulmaya çalışmasından anlıyoruz. Sırf bu tespit için bile dizi bir dönüm noktası olabilir. Başörtülü kadınlara karşı içinde bastıramadığı öfkenin sorumlusu olarak gösterdiği ailesi de yine dizide en ağır eleştiriyi, Facebook’ta karşılarına çıkan her bilgiyi doğru kabul edip onaylayan, gözlemden, uzak, önyargılı ve ayrıştırıcı insanlar olarak gösterilerek alıyorlar.

Fakat varoş tabir ettiğimiz alt sınıftan karakterlerde hiçbir ötekileştirme, ayrıştırma hareketi görmüyoruz. Üstelik dizinin en nahif karakteri ise emekli imam, dizideki adıyla hoca karakteri. Yeşilçam’dan hatırladığımız, fırsatçı, düzenbaz, pis hoca karakterlerinden çok uzak.

Karakterlerin hepsi gerçek hayatın içinden çıkıp gelmiş gibi. Yazar, birbirinin hayatına teğet geçen bu kadar farklı iki taraftan nasıl bu denli başarılı gözlem yapmış doğrusu çok şaşırtıcı.

Dizinin en çok eleştiri aldığı kısım yani, başörtülü kadınlar yine hep ezik, varoş ve cahil gösterilmiş kısmına ise katılmadığımı belirtmek isterim. Yazar ülke gerçeğinden başka bir şey resmetmemiş. Belki de biz başörtülü kadınlar bu komplekslerimizden kurtulmalıyız. Kaldı ki, akıllı, iyi kalpli, esprili, hayat dolu, masum ama temizlikçi Meryem karakteri, iyi eğitim almış, varlıklı, güya modern ama yazarın tabiriyle gizli faşist psikiyatrist Peri karakterinden daha varoş değil. Meryem yalnızca eğitim alabileceği fırsatlara kavuşamamış, Peri ise onca eğitime rağmen ruhunu eğitememiş, kim daha varoş?

Bir izleyici olarak Peri’nin, Meryem’in ve diğerlerinin hayatının devamını görmek isterim ama yönetmen olsaydım büyüyü bozmaz burada bitirirdim. “Bir Başkadır” hakikaten bir başkaymış…

Exit mobile version