Hatice Münevver Ayaşlı; hatıra, roman, hikâye, inceleme ve deneme türlerinde verdiği eserlerle bir devrin panoramasını günümüze ulaştıran Cumhuriyet Dönemi yazarlarındandır. “Sanat iyi ve güzel olanı görmeli, aksettirmeli, yayılmasını sağlamalıdır,” düşüncesiyle eserler veren Ayaşlı’nın iyilik ve güzellikle kastı sanatın topluma fayda sağlamak için yapılması gerekliliğidir. Eserlerinde halkı ve özellikle gençleri bilgilendirme, aydınlatma anlayışının izleri görülür. Ayaşlı, kendini tarihe ve köklerine karşı sorumlu hisseder. Köşe yazıları ve eserleri, bu sorumluluk duygusunu yansıtır niteliktedir. Toplumsal fayda anlayışıyla yazdığı metinlerde sanatsal kaygıları bir kenara bıraktığı da görülmektedir.
BABADAN VATAN, ANNEDEN BATI AŞKI
10 Haziran 1906’da, Selanik’te dünyaya gelen yazarın babası Miralay Caferi Tayyar Bey, annesi Hayriye Şerife Hanım’dır. Son dönem Osmanlı hayatında görülen Batılılaşma isteği, Hayriye Şerife Hanım’da da görülür. Ayaşlı babasından İslamiyet’i ve vatan aşkını, annesinden Batı kültürünü alır.
Münevver Ayaşlı, Balkan Harbi’nin ardından; babasının görev yeri olan Halep’te, 1914 yılı başlarında bir Protestan Alman mektebinde ilköğrenimine başlar. Müslüman bir ailede yetişen Ayaşlı’nın, öğretmenlerinin aileden aldığı izinle, Hıristiyan din derslerine katılması sağlanır. Bu tezat onu İslam’a daha çok yaklaştırır. 1916’da Beyrut’a geçen aile kızları Münevver’i yine bir Alman okuluna gönderir. Beyrut’ta müzik hocasından piyano dersi alır. Ayrıca Kur’ân-ı Kerim dersleri almaya başlar. 1919 Beyrut’un İtilaf Devletleri’nce işgalinin ardından diğer Türk aileleriyle birlikte İstanbul’a dönerler.
Kısa bir süre sonra annesiyle birlikte tahsil için Stuttgart’a giden yazar Würtemberg Kraliyet Konservatuarı’na devam eder. Kısa bir süre sonra babası da Almanya’ya gelir. 1920 yılının sonunda aile iflas hâlinde, işgal altındaki İstanbul’a döner. Ayaşlı; yükseköğrenimini Fransa’nın Paris şehrinde, Şark Dilleri Okulu’nda yapar. Burada, Farsça ve Arapça öğrenir. Yazar, Paris’teki eğitimini sürdürürken bir yandan da College de France’ta Louise Massignon’un tasavvuf derslerini, Albert Gabriel’in de Osmanlı kültürü ile alâkalı olarak verdiği konferansları takip eder.
PERTEV BEY’İN ÜÇ KIZI
1930’da Samsun mebusu Nusret Sadullah Bey ile evlenen Ayaşlı, eşinin görevi dolayısıyla uzun süre sanat ve konak çevrelerinde zengin bir kültür muhiti içinde bulunur. Eşinin vefat ettiği 1944 senesinden sonra ilgisi kültür, sanat ve edebiyata yönelir. 1947 yılında gazeteci olarak çalışmaya başlar. Arkadaşlarıyla birlikte haftada bir çıkarmaya başladıkları Kadın Gazetesi isimli gazetede Ayaşlı Köşesi üst başlığıyla yazılar yazmaya başlar.
Yazar gazetecilik hayatına 1950’de Milliyet gazetesi Ortadoğu muhabirliği ile devam eder. Ayaşlı, 1966 yılında, Yeni İstanbul gazetesinde, gazetenin Fikir Meydanı adıyla çeşitli yazarlara açtığı bir köşede, düzensiz aralıklarla yazmaya başlar. Daha sonra Hac dönüşü kaleme aldığı Allah’ın Azameti başlıklı yazı dizisini aynı gazetede yayımlar. 24 Temmuz 1967 tarihinden itibaren Merak başlığıyla, kendine ait bir köşede günlük siyasi, kültürel fıkralar kaleme alır. Pertev Bey’in Üç Kızı romanı da bu gazetede tefrika edilir. 1 Şubat 1968 tarihi itibariyle Sabah gazetesinde yine Merak adlı köşesinden okurlarıyla buluşan Ayaşlı, bu gazetede de günlük yazılar kaleme alır. Ayaşlı, 19’ncu Asır-Teşrini Sani ve Ötesi- Kıbrıs ve Fetvası, Dersaâdet kitaplarıyla Pertev Bey’in İki Kızı, Pertev Bey’in Torunları isimli romanlarını bu gazetede tefrika hâlinde yayımlamıştır. Sabah gazetesinden ayrıldıktan sonra bir müddet Türkiye gazetesinde de yazıları yayımlanan Münevver Ayaşlı daha sonra Yeni Asya gazetesinin yazı kadrosunda yer almıştır. Yazarlığı gazetelerle sınırlı kalmayan Münevver Ayaşlı, kurucuları arasında bulunduğu Türk Edebiyatı dergisi ile Şadırvan, Boğaziçi, Kubbealtı Akademi Mecmuası, Hayat Mecmuası, Tarih ve Medeniyet dergilerinde de yazılar, hikâyeler, tefrika roman ve hatıralarını kaleme alır.
KURTULUŞ REÇETESİ
Mayası Osmanlı kültürüyle yoğrulmuş olan yazarın Batı kültürünü merkez alan bir eğitim hayatına sahip olması dağarcığında her iki kültüre ait birikim oluşturur. Bu sentezin romanlarına ve hatıra türünde verdiği eserlere yansıdığı görülür. 1976’da Pertev Bey’in Üç Kızı ve Pertev Bey’in İki Kızı adlı romanlarının devamı, ikisini de içererek Pertev Bey’in Torunları adıyla tek cilt hâlinde basılır. 1987 yılında yayımlanan bir diğer romanı Vaniköyü’nde Fazıl Paşa Yalısı romanında da benzer konuları işler. Bu iki romanda da yıkılan Osmanlı Devleti’ni konak metaforu simgeler. Yıkılan bir devletle beraber kültürel yıkım yaşayan ailelerin ayakta kalma mücadelesinin anlatıldığı romanlar, bir devrin panoramasını yansıtır.
Romanlarında büyük toplumsal değişimlerin insanları da dönüştürdüğünün altını çizer, nesiller arasındaki anlayış ve yaşayış farkına, çarpıcı örneklerle ayna tutar. Ayaşlı, maneviyatı buhran dönemlerini atlatmak için bir kurtuluş reçetesi olarak sunar. Romanlarında kurgunun dışına çıkarak verdiği bilgiler ve yaptığı siyasi yorumlar eserlerin edebi değerini zayıflatsa da, oluşturulan nostalji ve melodram havasıyla, romanların okuyucuların ilgisini çektiği söylenebilir.
GERÇEKÇİ ROMANLAR
1930’lu yıllarda dönemin önde gelen sanatçılarından olan Abdülhak Hamid, Yahya Kemal, Necip Fazıl, Âsaf Hâlet Çelebi, İsmail Hami Danişmend, Mithat Cemal Kuntay, Namık İsmail, Burhan Toprak gibi geniş bir çevreden beslenir. Türkiye’nin yakın tarihi açısından büyük önem taşıyan hatıralarında, küçük yaştan itibaren yakın çevresini oluşturan siyasî ve edebî şahsiyetlerle, bizzat şahit olduğu önemli olaylar hakkında şahsi gözlemleri yer alır.
Romanlarında toplumsal meseleleri ele alışı, iyiden ve güzelden yana koyduğu tavrı, kadere ve tesadüflere yaptığı vurgu ve nostaljik tutumu ile daha çok romantizm akımının özelliklerinden etkilendiği görülen yazar, Ahmet Mithat Efendi ve Namık Kemal gibi Türk edebiyatının romantik diyebileceğimiz yazarlarının romanlarına kıyasla daha gerçekçi bir zemine oturtulmuş eserler vermiştir. Yazarın romanlarının kurgusu oldukça zayıftır. Olay örgüsünde ve karakterleri işleyişinde derinlik bulunmaz. Siyasi görüşlerini dile getirmek için uzun fasılalar vererek böldüğü kurgusal yapıda romanların edebi niteliğinin zayıflatmış olduğu görülür. Ayaşlı’nın konu bütünlüğü sağlayamadığı, hatıra ve denemelerinde de bir dağınıklık olduğu dikkati çeker. Bütün bu tespitlere rağmen yazarın üslubundaki samimiyet okurun ilgisini Ayaşlı’nın eserlerine çekmeyi başarır.
BİR DEVRİN HİKAYESİ
Cumhuriyetin ilk yıllarında aşırı boyutlara varan dilde sadeleşme çabalarının amacını aştığını düşünen yazar, sahip olduğu dil zenginliğini korumak konusunda titizlik gösterir. Türk-İslam sentezinin Osmanlı medeniyetinde en güzel şekilde vücut bulduğu düşüncesini benimseyen Ayaşlı sahip olunan dil zenginliğine, tarihi ve kültürel birikime sahip çıkmayı kendine şiar edinir.
1984’te Türkiye Yazarlar Birliği tarafından ‘Üstün Hizmet’ ödülüne lâyık görülen, Cumhuriyet devri Türk edebiyat tarihinin olduğu kadar, kültür ve düşünce hayatımızın da bir parçası olan yazar, kendine özgü dili, üslubu ve samimi anlatımıyla bize ulaştırdığı hatıra kitapları ve romanlarıyla bir devrin panoramasını günümüze yansıtarak yakın tarihimize kendi penceresinden ışık tutmuştur.