Bu ay 15 Temmuza ithafen, TV dizilerinde işlenmiş kadın kahramanları yazacaktım. Baktığımda, TV’de kadın kahramanların pek işlenmemiş olduğunu gördüm. Sinemada birkaç örnek var ama TV’de yok maalesef. Sonra düşündüm, neden ille de geçmişte yaşamış kahramanlar arıyoruz diye. Kahramanlar hâlihazırda içimizde yaşıyordu zaten, bu vatan için kendilerini olabilecek en kahraman şekillerde feda ettiler…
Belki şimdi değil ama ileriki zamanlarda onların her birinin hikâyesi ayrı ayrı, defalarca anlatılacak, sinemada ve televizyonda işlenecek. Şimdi yazılmış bir filmleri ya da dizileri yok belki ama bir gün mutlaka olacak, olacak ki yeni nesiller onları daha iyi tanısın ve damarlarındaki asil kanın, imanın vücut bulmuş halinin, gerektiğinde nasıl ortaya çıktığını öğrensin… Şimdi onlara yakından bakalım ve imanlı Türk kadını nasıl geçmişte, Nene Hatun, Kara Fatma, Şerife Bacı olarak göründüyse tarih sayfalarında, bugün de Demet, Zeynep, Ayşe olarak göründüler, tarihte devleştiler ve silinmez izlerini bırakıp gittiler.
DEMET SEZEN:
Kimse onların hikâyesini sinema perdesine yansıtmadı henüz. Hollywood filmlerindeki gibi duygusallığı arttırmak için Demet Sezen’in bebeğiyle beraber geçirdiği zamanı, eşiyle ailesiyle sohbetlerini, mesleğine ve vatanına nasıl bağlı olduğunu en güzel görsellerle anlatmadı. Ama biz biliyoruz ki anlatılsa da anlatılmasa da bugün rahatça oturup hayatımıza devam edebiliyorsak onların bebeklerinin öksüz ve yetim büyümesi pahasına devam edebiliyoruz.
GÜLŞAH GÜLER:
Henüz bir sinema filminde Komiser Yardımcısı Gülşah Güler’in hayat hikâyesi işlenmedi. Geleceğe dair hayallerini ve umutlarını yakınlarından başkası bilmiyor. Yapmayı çok sevdiği resimlerinde neler ifade ediyordu artık üzerinde sadece yorum yapabiliriz. Ama işte o da ömrünün baharında, muhtemel geleceğini ve sevgili ailesini geride bırakıp “önce vatan” diyebildi.
ZEYNEP SAĞIR:
Zeynep Sağır 4 yıl Kuveyt’te görev yaptı, sonra memleketine döndü, Emir ve Doğukan gözlerinin iki bebeğiydi, onlar öz vatanında parya olmasın diye verdi canını. Öyle net ve öyle derin ki hikâyeleri, süslemeye bile gerek kalmayacak hayatlarını yazarken tarih sahnesi. Senaryoya ilave kurgular yapmaya gerek olmayacak. Çocuklarının annelerini nasıl sevdiği, işten gelecek diye yolunu beklemesini görmemiz bile gerekmeyecek. En yalın haliyle bile anlatılsa, olağanüstü kahramanlıklarının ifadesi yetecek herşeye.
KÜBRA AYDOĞAN:
Kübra Aydoğan, Diyarbakır’daki görevinden Ankara’ya kısa süre önce gelmişti. Belki annesi endişeliydi o doğudayken, eli yüreğinde açıyordu her telefonu, Ankara’ya geldi diye rahatlamıştı belki kim bilir? Filmi çekilse bu süreç nasıl anlatılırdı acaba? Amerikan filmlerindeki gibi uydurma bir kahraman değildi, hayatı bilgisayarda yazılmamıştı ama ölümüyle destan yazdı… Mesela şu atasözünü hiç duymuş muydu? “aslan aslandır kadın erkek fark etmez”
CENNET YİĞİT:
Cennet Yiğit adı gibi yiğit bir kadındı. Demet Komiser gibi resim öğretmeniydi, sonradan polis olmaya karar vermişti. 23 yaşında gelecekle ilgili hayallerinin üzerine kanlı bir perde indi darbe gecesinde. Afili bir sinema filminin havalı bir açılış sahnesindeki gibi başlamamıştı belki hayata ama işte devleşerek kapatıyordu sahneyi. Daha dün bebekti, Kübra çocuklarımın yaşında, çocuklarımla yaşıt gençler bana hala bebek gibi geliyor, ne kadar büyüseler de kabullenemiyorum. Onun da annesi saçını taramaya kıyamazdı, o da annesinin büyümeyen bebeğiydi… Şimdi hep 23 yaşında kalacak… Ama şehitlik mertebesi bütün acılara teselli oluyordu işte. Dünkü fidanın gidişini sindirebiliyorduk içimize…
SELDA GÜNGÖR:
Selda Güngör, Ankara Gölbaşı’nda şehit oldu. Vatanseverler kadar kalabalık olmasa da muhteris vatan hainlerinin bol olduğu ülkemizde, hain kurşunlara hedef oldu. Hayat dolu bakan gözlerine, gülen yüzündeki masumiyete ilave bir senaryo yazmaya gerek bile yok… Hollywood’un elinde böylesi bir toplumsal olay ve kahramanlar olsa 100 yıl sinemada malzeme sıkıntısı çekmezdi. Kaldı ki olmayan kahramanlarının, üretilmiş yapay hikâyelerin filmlerini bile, döne döne on yılda bir yeniden çekiyorlar. İnşallah bizler kahramanlarımızı layık oldukları gibi anlatabiliriz geleceğe…
TÜRKAN TÜRKMEN TEKİN:
Geride bıraktığı üç çocuğu huzurlu yaşasın diye, yürüyerek havalimanına gitmek için yola çıktı o gece Türkan Türkmen Tekin… Ruhsuz zombilerin kullandığı bir demir yığınının altında ezilerek can verdi. Onu ezen tankı süren terörist, acaba yaptığı hainliği çocuklarına nasıl anlatacak merak ediyorum. Ya da bu vahşetin ağırlığını bir gün hissedecek mi? Şimdi hissetmedikleri aşikâr da belki günün birinde haşhaşın etkisinden kurtulurlarsa o zaman anlarlar ne yaptıklarını. Türkmen Tekin’in çocukları hayatları boyunca bu şehadetin gururunu taşırken, o hain bütün ailesine en az yüz yıl silinmeyecek bir utancı miras bırakacak…
Daha ismini zikredemediğimiz kadın şehitlerimiz ve en az onlar kadar kahraman kadın gazilerimiz var, Safiye Bayat’lar var, Hande Fırat’lar var. Tarih onların da hikâyelerini yazacak elbette ama sinemacılar da boş durmamalı, onların öyküsünü beyaz perdeye ve ekranlara taşımak boynumuzun borcu olmalı. Onları yeni nesillere anlatmalıyız ki, kahramanların tarihe gömülmediğini, bu milletin bağrında hep var olduğunu, ihtiyaç halinde nasıl aktive olduğunu bilsinler. O kahramanlar o dönemde kendilerine savaşmayı değil ölmeyi emrederken komutanı, nasıl Çanakkale’yi vermedilerse bugün de yine memleketi vermediler. Ruhları şad olsun…