RÖPORTAJ: GÜLŞEN ÖZER
Bir Ramazan akşamı Sultanahmet Camii bahçesinde gür bir seda Duha Suresi’ni okuyor. Bir genç kız… 28 Şubat zulmünü geriletmek, halka duyurmak için yapılan eylemlerin birinde. Şimdi o ses hala kulaklarımda. Aynı sesin sahibi bu günlerde İstanbul Çengelköy’de bir kafede gönüllülük üzerine çalışmalar yapıyor Afrika’da, Zanzibar’da kurdukları merkezle bağlantılı olarak. Tıpkı geçmişte olduğu gibi yine doğru ve iyi işler için koşturuyor. Sevgili Nazan Yalçınkaya kadim bir dostum. Onunla söyleşmek epeydir aklımdaydı. Çalışmalarının renkli görüntülerini sosyal medyada keyifle takip ediyordum ama bir türlü vakit ayarlayamamıştık. Buluştuğumuzda hoş bir sürpriz olarak Afrika ayağında işleri yürüten ve beraber yola çıktığı Hatice Yentürk de Assalam Kafe’deydi. İkisini bir arada bulmuşken hem Türkiye hem Zanzibar çalışmalarını sorduk.
BAKIŞ AÇIMIZ DEĞİŞTİ
İlk olarak Afrika kafe ve dernek olma süreciniz nasıl başladı, bu fikir nasıl doğdu diye soralım. Hem Zanzibar’daki faaliyetlerinizi hem de İstanbul Çengelköy’deki Galeri Afrika’yı konuşalım.
Bugün Assalam çatısı altında gördüğünüz her şey elbette bir anda gerçekleşmedi. Zanzibar’daki vakfımız iki yaşında, Türkiye’deki derneğimiz sekiz aylık olsa da Assalam en az yirmi yıllık bir çalışmanın ve hayal gücünün ürünü. Çok eskilere gitmeden, en kestirmeden anlatırsam durum şöyle; Hatice (Yentürk) ile THY’da çalışırken sosyal sorumluk projelerinde yer almaya gayret ediyorduk. Bu çalışmalarımız nedeniyle Afrika seyahatlerimiz oluyordu. Bu ziyaretlerin birinde Zanzibar’a uğradık ve orayı gördüğümüzde zihnimizde ham olarak var olan projeleri burada gerçekleştirebiliriz diye düşündük. Biz o güne dek çalışmalarımız esnasında yaşadıklarımızdan ‘Ne yapmalıyız ve ne yapmamalıyız’ sorularını sorma sonucuna erişmiştik. Velhasılı kelam yaptığımız projelerde zaman içerisinde birşeylerin eksik olduğunu hissetmeye başladık. Çünkü sadece yardım götürmek olmamalıydı amaç; zaten bunu halihazırda gerçekleştiren pek çok dernek vardı. Götürdüğümüz yardımlar o anlık ihtiyacı karşılıyor fakat sonrası için beklentiye neden oluyor ve bu yardımın sürdürülebilirliği olmuyordu. Asıl yapılması gereken onların doğal aurasını bozmadan kendilerinde var olan zenginlikleri kullanabilme irade ve farkındalığı kazandırmak olmalıydı. Kendi kendine yeten, bağımsız ve onurlu bir Afrika hayalini kurduk. Çünkü biz Afrika’ya da ihtiyaç olduğunu düşündüğümüz yerlere gidiyor, bize ulaştırılan yardımları dağıtıyor ve dönüyorduk. Ramazan geliyor tekrar gidiyoruz, kurban geliyor gidiyoruz fakat bu sürecin bir sonu olmadığını daha farklı bir şeyler yapılması gerektiğini düşünmeye başladık. Biz vermeyi onlar almayı rutin haline getirmişti ve bu döngünün kırılması gerekiyordu. Açıkçası onların bize bağımlı olma durumunu hem onlar için hem kendi zihin dünyamızda sabit kılmış oluyorduk ve bu sürece mahkûm olmamalıydık. Elbette imkânı olanlar imkânı olmayanlara verecektir bu bizim inancımızın da bir gereği zaten fakat ‘Balık vermek yerine balık tutmayı öğretmek’ ilkesi farklı bir boyut getirmek istedik. Bu bağlamda Zanzibar bizim Afrika ile ilgili bakış açımızı değiştiren bir yer oldu.
SÖMÜRÜLME DUYGUSU HALA BAKİ
Türkiye’de Afrika’ya dönük de olmak üzere pek çok yardım faaliyeti var aslında. Sizin yeni bir dernek kurmanızı bu söylediğiniz ana fikre dayanıyor diyebilir miyiz?
Kesinlikle bu fikrin çok büyük etkisi var ama bunun yanı sıra Afrika’nın zenginliğini kendi insanlarına da göstermek istedik. Onlara kendi imkanlarını, potansiyellerini fark ettirerek ayna tutmak istedik. Afrika oldukça zengin ve ciddi kaynakları var. Fakat yıllarca sömürülmekten kaynaklı bir kabullenmişlik var orada. Müreffeh yaşayan bir elit kesim var ama diğerleri yoksulluk içinde yaşıyor. Benim de Afrika’ya ilk seyahatim olan Nijer’e gittiğimde, tevafukken eski sömürgesi olan Fransa’nın cumhurbaşkanı da orada yer alıyordu.
Her yerde ‘İki ülke tek ülkü’ yazan tabelalar vardı. Sömürenler (Güya) terk etmiş, fakat sömürülme duygusu hala orada yaşıyor yani psikolojik olarak hala bariyerlerini aşamamışlardı. Tüm bu izlenimlerimiz sonunda Afrika’ya yerleşip bir şeyler yapmanın daha etkin olacağına karar verdik. Anladık ki yerinden ve sürdürülebilir projelere ihtiyaç var çünkü taşıma suyla değirmen dönmüyor. Assalam’ın tohumları bu ihtiyaç üzerine atılmış oldu. Bu yola beraber çıktığımız ve benden daha gözü kara olan arkadaşım Hatice ailesiyle birlikte Zanzibar’a yerleşti.
Assalam Zanzibar’da faaliyete başlayalı üç yıl oldu. Şimdi oradaki kampüsümüzde bilhassa yetim ve dezavantajlı çocukların dünya standartlarında eğitim gördüğü bir anaokulumuz ve hemen yanı başında yetim annelerinin meslek edindirme projemiz kapsamında eğitim gördüğü dikiş atölyemiz yer alıyor. Hatta kampüsümüzdeki mango ağacının üzerinde Afrika’nın ilk interaktif çocuk kütüphanesini ve çocuk üniversitesini kurduk. Çocuklara bilgisayardan sanat ve spora dek pek çok alanda eğitimler veriyoruz. Kampüs dışında pek çok kuruma irtibata geçerek de iş birlikleri yapıyoruz. Bu arada KangaAfrica markasıyla yetim annelerinin ürünlerini sattığımız ve projelerimizi dünyanın dört bir yanından gelen turistlere anlattığımız bir kafemiz de var Zanzibar’da.
HER YER GÜZELLİK DOLSUN
Yani siz Zanzibar ziyaretinizle orada bir şeyler yapma gereği duydunuz ve sonra da gelip İstanbul’da bir merkez kurdunuz.
Evet süreç böyle oldu. İstanbul’da hem bir merkez olarak kullanacağımız hem de gönülülük meselesini doğru olarak anlatıp çalışmalar yapacağımız bir yer olsun istedik. Gönüllü nedir? Ne yapar? diye etrafımız baktığımızda birçok kuruluşun gönüllülük sürecinde insanların enerjilerini, imkanlarını kullandığını ama sürekliliği olmadığını gönüllüğü düzenli hale getiremediklerini müşahede ettik. Peki Çengelköy Assalam’da bir gönüllü gelip neler yapabilir?
Sosyal medya hesaplarımızdan takipçilerimiz sürekli mesaj atarak ‘Keşke sizin yerinizde olsaydım ve sizin yaptıklarınızı yapma imkânım olsaydı, dil bilseydik böyle boş boş geçirmeseydik vakitlerimizi’ mealinde cümleler kuruyorlar. Çok isteyip de Afrika’ya gelemeyen gönüllüllerimizin ayağına Afrika’yı getirdik. Kafemizi geçtiğimiz Ramazan’da Çengelköy’de açtık. Biz bu bakış açısına karşı onları ‘Gerçekten bir iyilik yapmak istiyorsanız ve bir şeyleri değiştirmek istiyorsanız bunun için hiçbir şey ihtiyacınız yok’ diyoruz. Aslında herkesin yapabileceği bir şeyler var yeter ki istesin ve kendilerini dinlesinler. CafeAfrica’nın kapısından içeri girdiğinizde kendinizi alışık olduğunuzun ötesinde bir dünyada bulacaksınız. Bu arada bizim şöyle bir güzelliğimiz de var. Modern dünyanın size atfettiği sıfat ve ünvanları geride bırakıp içeri sadece kendiniz olarak adım atıyorsunuz; bu yüzden koca koca kurumlarda yöneticilik yapan CEO’ları, doktorları, avukatları ellerinde tepsi üstlerinde önlük size büyük bir keyifle hiç de gocunmadan hizmet ederken görebilirsiniz.
Mesela buraya gelip sadece bulaşık yıkayarak sürece katkı sağlayan gönüllülerimiz var. Bazıları da buraya gelip sadece çay kahve içerek destek oluyor. Mesela şu anda kafemizin taşınma süreci ve mimarlıkta okuyan öğrencilerimiz haftalardır burada bizimle çalışıyor. Gelip selam verip içeri giren iyilik zincirimize dahil olur. Zaten biz de her güzellik bir selamla başlar diyerek selam alalım selam verelim, her yer güzellik dolsun diye düşünerek adımızı da Assalam koyduk.
DÜZENLİ GÖNÜLLÜ SAYISI AZ
Gönüllülük tanımını olması gerektiği çizgiye çekmeye çalışıyorsunuz bir yandan.
Gönüllülük meselesi dünyada bizde olduğundan çok daha fazla ciddiye alınıyor ve milenyum gençliğinin yüzde 86’sı Amerika’da düzenli gönüllü. Ülkemiz uluslararası çalışmalarda sondan yedinci görünüyor. Belki ülkemizdeki çalışmalar istatistiklere yansımaması da ayrı kabahat bu da bize çalışmalarımızın ölçülebilir boyutları konusunda bir zayıflık olduğunu gösterir. Biz de gönüllülük çok yaygın, yardımlaşma duygusu da fazla herkes komşusuna yakın çevresine gönüllü destek olur ama düzenli gönüllülük yok. Buraya üç ay boyunca haftada iki gün düzenli gelenler var gönüllülüğünün bir standardı var. Sorumluluğunu aldığı işi devam ettirmesi gerekiyor.
MODERN BİR TEKKE
Peki aksilikler olmuyor mu? Söz verip gelmeyenler mesela.
Gönüllülerimizi özenle seçiyoruz ve bizim mantığımızı anlayanlar aldıkları sorumluluğu samimiyetle devam ettiriyorlar. Bu sürecin sonunda kendilerine olan inançları da artmış oluyor. Burası hiç kimse gelmese de işlerin yürüyeceği şekilde kurgulandı ve bir kadrosu var. Gelenler kendileri, kendi iç yolculukları için gelmiş oluyorlar. Gönüllülük biz de çoğunlukla para vererek gerçekleşiyor gibi yanlış anlaşılmış bir kavram oysa bu bağışçı demek. Hele günümüz şartlarında bu akıllı telefonlarla EFT yaparak dakikalar içinde sonlanıyor. Gönüllülükte zaman ve emek de devreye giriyor. Galeri Afrika’ya her kademeden, her meslekten kişi geliyor, hem kafenin işleyen sürecine dahil olabiliyor hem de çeşitli atölyelere katılıyor. Bugün bahçemizdeki ağaçları budayıp, temizledik hep beraber. Afrikalı kadınların yaptığı masai bebekleri ve kıyafetler var isteyenler bunlardan satın alıyor.
Belli akşamlar film okumaları yapıyoruz, masal dinletileri, kitap kritik ve seminerler düzenliyoruz. Burayı modern bir tekke gibi düşünebilirsiniz. Kişi kendi nefsiyle, kendiyle hesaplaşma sürecini gerçekleştiriyor. Tüm yapılan gelen işlerde ana fikir Assalam’ı kalkındırmanın yanısıra özellikle bireyin kendi iç sürecini tamamlamasına katkı vermek.
Siyasi ya da dini referansı olmayan hiçbir yerle bağlantısı olmayan dolayısıyla ‘Ne olursan ol gel’ diyen bir mantıkla herkese açık olan modern bir tekke. Sadece hümanist sebeplerle çalışan ve farklı inançlara mensup, farklı aidiyetleri olan kişilerde var. Kafemizin duvarında da yazdığı üzere ‘Sakın gönüllülüğü sorgulama! Nuhun gemisini gönüllüler, titaniği profesyollener yapmıştır.’
YAŞAYARAK ÖĞRENMEK
Atölyeler dediniz hangi tür atölyeler gerçekleştiriyorsunuz?
Afrika kültürü kalıcı öğrenmenin yolu yaparak, yaşayarak öğrenmek. Bunun için en iyisi Zanzibar’a gelmeniz. Ancak gelemiyorsanız da pratik atölyelerimizle bu kısmen de olsa mümkün oluyor. Afrika kahvesi, Masala çayı, Afrika yemekleri, baharatları, sanatı, seramik gibi pek çok atölye düzenliyoruz Galeri Afrika’da. İngilizce pratik dil kursuyuz. Her geçen gün bunları çeşitlendiriyoruz.
Bir de duvarlarınızda oldukça ilgi çekici resimler görüyorum. Bir anlamları var mı yoksa sadece estetik olarak mı seçtiniz?
Hepsinin anlamı var. Mesela Nana Esma. Afrikada özellikle kız çocuklarının okuması için mücadele etmiş öncü bir hanım. Nijerya’da yaşamış. Şair ve öğretmen. Yaşadığı dönemde kadın ve başka çocuklarla da ilgilendiği için ‘Yetimleri Koruyucusu’ unvanı verildi. Bizim ilham kaynaklarımızdan. Balık figürleri fish konferansı temsil ediyor. Bizim için gönüllülükle alakalı kurmak istediğimiz anlayışı sembolize ediyor ve özetliyor bu resim. Gönüllü olmaya akın akın gelinmesi ve aynı zamanda bunun doğal, sürekli bir intizam ahenk içerisinde gerçekleşmesini anlatıyor.
DOĞAL BİR ORTAMDA YAŞIYORUZ
Biraz da Zanzibar kısmıyla ilgili konuşalım dilerseniz. Sevgili Hatice yaptığın -Zanzibar’a yerleşmek- çılgınca görünüyor. Sosyal medyadan öğrendiğimiz kadarıyla Sevde Sevan da böyle bir seçim yaptı. Nasıl cesaret ettin?
Sevde (Sevan) ablayla bizim durumumuz farklı aslında. O Afrikalı birisini sevdi ve eşinin köyüne yerleşti. Pek çok kişinin benim bu seçimimi bir nedene bağlamak istediğini görüyorum. Bir görev nedeniyle ya da dini referanslarla gittiğimi düşünüyorlar. Burada bir düzenim çocuklarımın okulları evimiz varken başka bir dünya kurmak pek çok kişi için delilikti. Burada mesele hayatı nasıl tanımladığınız aslında. Zanzibar’da yaşadığım yer herkesin zannettiğinin aksine buradaki yaşadığım yerden daha güzel. Zanzibar’daki Hatice buradakinden daha mutlu çok, hayatla barışık. Doğal bir ortamda yaşıyoruz, evimiz hindistancevizi yapraklarıyla örülü, okyanusun dalga sesleriyle uyuyup uyanıyoruz. Kızım orada çok özgür. Kendi başına yüzmeye gidiyor. On beş dönümlük bir arazi içerisinde özgürce koşturuyor. Türkiye’de böyle bir hayatı yaşamanın imkânı yok gibi. Aslında bu seçimi anlamamıza engel olan ön yargılarımız. Mesela uzaydan birileri gelse, onlara Türkiye’deki hayatımızı ve Afrika’dakini göstersek kesinlikle Afrika’yı daha yaşanabilir göreceklerdir. Burada betonlar arasında dar evlerde bakıcılara emanet ettiğimiz çocuklar, sürekli koşuşturmamız, ruhumuzu esir alıyor. İş, makam prangalarımız haline geliyor. Dolayısıyla insanlar oradaki yaşamı bilmedikleri için iyi halden kötü hale geçtiğimi sanıyor, ama bence durum tam tersi.
EVİMDE HİSSEDİYORUM
Bunlar kulağa hoş geliyor ama bütün bu anlattıklarına rağmen bizim kodlarımızda doğduğumuz coğrafyaya bağlılık var, kendi vatanımızda olmak akrabalarımızın yakında olmak var dolayısıyla bu seçim hala pek çoğumuza çılgınca gelecektir. Daha önce var mı böyle başka çılgınlıklarınız?
Üniversitede başörtüsü yasakları nedeniyle önce Kıbrıs’a oradan da Viyana’ya gitmiştim. Bu pek çoğumuzun yapmaya mecbur kaldığı bir durumdu. Ama şu an bana ‘Zanzibar mı? Viyana mı?’ deseler kesinlikle Zanzibar’ı tercih ederim. Viyana’da okurken her an gurbet acısı, memleket hasreti çektim. Zanzibar’da bunu hissetmiyorum hatta tam tersi Zanzibar’dan buraya geldiğimde Zanzibar’ı özlüyorum, orada kendimi evimde hissediyorum. Orada Müslüman olsun ya da olmasın herkes size tüm samimiyetiyle muamele eder. Burada zihninizde mazeretlerle, bekleyişlerle, ertelemelerle, ama ve fakatlarla bir hayat sürersiniz. Orada gece yatarken yüzümde bir gülümsemeyle, bugün Allah için şunu yaptım diyerek uykuya dalıyorum.
TATLI ÇILGINLIK
Peki aileniz nasıl karşıladı ‘Bizim çılgın, tatlı kızımız’ mı dediler yoksa ‘Ne yapıyorsun böyle’ diye sitem mi ettiler?
Babam aynen öyle; ‘Tatlı çılgınlık’ olarak karşıladı hatta kendi de geldi. Orada arıcılık yaptı ve insanlara bildiklerini öğretti. Ben baskın olarak babamın genlerini sürdürüyorum. Küçük kızım da aynı ruh iklimi içinde. Orada çok özgür ve mutlu hissediyor. Annem için ise durum böyle olmadı. Neredeyse ‘Mezarıma gelme istemiyorum’, ‘Hakkımı helal etmem’ diyecek ama biliyor ki bunları söylese de caydırıcı olamayacak.
Bu sizin ruhunuzla örtüşen bir durum olmuş gibi görünüyor.
Evet doğru. Herkesin dünyada kendini ait hissettiği yer doğduğu yer olmak zorunda da değil. Hepimiz farklı farklıyız.
VAKIF KURDUK
Peki oradaki kampüsü biraz anlatabilir misin?
İstanbul’daki evimizi sattığımız parayla önce Zanzibar’da bir arsa aldık. Sonra, daha inşaatlara başlayamadan, bu arsanın yanında içerisinde bungalovları ve sınıfları olan daha büyük bir yer nasip etti Allah. Bu bizim bile hayallerimizi aşıyordu. Resort gibi bir yer ve gönüllerimiz gelip orada kalıyorlar. Bir vakıf kurduk. Yetim anneleri için mesleki eğitimler verdiğimiz bir merkez, çocuklar için bir okul ve çocuk üniversitemiz var. Burada bilimsel, sanatsal ve sportif etkinlikler yapıyorlar.
YERLİLER GÖNÜLLÜ
Kim veriyor bu eğitimleri?
İlk zamanlar gönüllüler veriyorlardı ama şimdi oranın yerlilerine devrettik bu görevi. Bunun için eğitici eğitimleri yaptık. Çok daha verimli oluyor artık. Çünkü çocuklar kendi anadillerinde daha kolay kavrıyor.
Okulunuza gelenlerden para talep ediyor musunuz?
Hayır eğitimleri ücretsiz veriyoruz ama sponsorluklara ihtiyacımız var. Şimdilik kafelerin geliri ve gönüllü turizmiyle geçinmeye çalışıyoruz ancak zorlanıyoruz.
HALKI BİZİ ÇOK SEVDİ
Bu eğitim süreçleri orada geçerli olacak bir diplomaya dönüşebiliyor mu?
Şu anda o aşamada değiliz ama planlarımız arasında ‘Meslek Yüksekokulu’ var. Zanzibar’a dair en olumsuz zikredilebilecek şey uzun bürokratik süreçler. Bu bizi yavaşlatıyor ama bunu da başaracağız inşallah.
Oranın halkı nasıl karşıladı sizi?
Onlar önyargılı insanlar değiller. Bin yıldır sömürülmüş olmalarına rağmen yabancıları gülümseyerek karşılıyorlar, kapılarını sonuna kadar açıyorlar.
ZANZİBAR’A AŞIK OLDUK
Son zamanlarda sosyal medya aracılığıyla Sevde Sevan ve sizlerin çalışmalarını görüyoruz. Afrika ile ilgili hiç bu tarz çalışmalar var mıydı? Sosyal medya yaygınlaşınca mı haberdar olmaya başladık?
Türk kadını biraz daha muhafazakâr, alana yeni giriyoruz; ama yabancılar için bu işler eskilere dayanıyor. Zanzibar’a geldiğimizde 30-40 yılını köyümüze adamış yaşlı Avrupalı kadınlarla tanıştık. Bizde yeni bir durum.
Zanzibar’a ilk Sevde (Sevan Uşak) abla gitmişti ve THY’da çalışırken bize gelip hayranlıkla anlatmıştı. Biz de tutamadık kendimizi ve görür görmez âşık olduk. Hastalık, savaş gibi etmenlerin yokluğu açısından da iş yapılabilir bulduk.
Bizim çalışmalarımızda iki yön var. Biri İstanbul Assalam’da bizim insanımıza Afrika’yı doğru anlatmak diğeri Afrika’ya katabileceğimiz şeyler için çalışmak. Afrika’nın kendi içindeki dinamiği ve buna dair farkındalıklarını beslemek istiyoruz. Buna da ilk önce çocuklardan ve kadınlardan başlamak istedik çünkü bir toplumu değiştirebilecek ana potansiyelin onlarda olduğunu düşünüyoruz.
Ana baba kaybı yaşamış çocukları önceliyor ve eğitim programlarıyla bir mesleki yeterlilik kazandırmayı planlıyoruz. Kendi kendilerine ayakta kalmalarını sağlamak bizim için maddi pek çok yardımdan daha kıymetli. Esasında bunlar bizim icat ettiğimiz bir şey değil. Artık tüm dünya sürdürülebilir ve kalkındırılabilir projelere yöneliyor. Onların özgünlüğünü bozmadan, deforme etmeden sadece destek olmak bizi bu alanda özgün kılan nokta. Benim için Afrika’ya gitmek, kendimi bulmak, o bozulmamış insanın saf haline ulaşmak demek. Neden değiştirmek isteyeyim ki?
SOSYAL GİRİŞİMCİLİK AZ
Peki orada kendi bu bakış açısına sahip başka yerel dernekler yok mu?
Evet orada çok fazla dernek var fakat sürdürülebilir kalkınma mantığıyla hareket eden derneklerin sayısı hala az. Tecrübeleri dinlemek ve daha hızlı mesafe kat etmek açısından pek çok kurumla irtibattayız ama görüyoruz ki sosyal girişimcilik kavramıyla daha yeni tanışılıyor. Oysa Osmanlı vakıf geleneği sosyal girişimcilik kavramını tam olarak karşılayan biçimde gelişmişti. Mesele bu işlerde çok para harcamak değil iyi kurgulamak. Biz de henüz öğreniyoruz ve bu süreçte küçük ama model olmasını arzu ettiğimiz bir çalışma yürütüyoruz.
AFRİKA’YI SEVİYORUM
Pek çok insan kendi ülkemizde yetim, öksüz, fakir varken neden gidip başka ülkede insanlara yardım ediyorsunuz diye soruyordur size şimdi. Bunu nasıl cevaplıyorsunuz?
Bunun esasen kimseyi ikna edecek bir cevabı yok. Benim cevabım basit; çünkü Afrika’yı seviyorum. Neden türkü dinliyorsun da caz dinlemiyorsun gibi sorular hep olabilir. Çünkü türküyü daha çok seviyorum. Herkesin hayatta bir boşluğu doldurması gerekiyor. Biz bu alanı doldurmayı seçtik. Türkiye’deki insanların bakış açısı eksikliği, Afrika’daki insanların maddi eksiklikleri var. Bu ikisi için çalışmalar eş zamanlı bir dönüşüm sağlayacak diye inanıyoruz. Ama belki de en kestirme cevap, her kaybolduğumuzda kendimizi Afrika’da bulmamızdır.