1902 yılı… Remziye Hisar dört çocuklu bir ailemin kızı olarak dünyaya geliyor. Babası Yarbay Hulusi Bey, annesi Ayşe Refia Hanım… Çocukluk yılları Üsküp’te geçiyor. 1909’da Meşrutiyet’in ilanı ile İstanbul’a geçiyor aile. Remziye hanım ilkokula başlıyor ve o dönem 3 yıl sürmesi gereken ilk eğitimi 1 yılda tamamlayarak geleceğinin nasıl olacağını anlatıyor bir bakıma. Okul hayatı hep başarılı. Darulmuallimat yani Kız Öğretmen Okulunda eğitim alıyor. Burayı da 1. olarak tamamlıyor ve Darulfünun’da kimya yolculuğuna başlıyor.
1920 yılında Yüzbaşı Dr. Reşit Süreyya Bey ile evleniyor. Bir yıl sonra anne oluyor. Oğlu Feza Gürsey… Oğlunu ailesine bırakarak eşiyle birlikte göreve gitmekten kaçınmıyor. Adana’da yeni kurulan Darulmuallima’ya müdür olarak atanıyor. Tek hayali Türk Kimyager olarak bilimin sayfalarına geçmek.
Bir dönem Paris’te bilim öğrenebileceğini duyup göç ediyor. Kendi kendine matematik öğreniyor, Sorbonne’da Marie Curie, Charles Fabry gibi isimlerden eğitim alma şansı buluyor ve sonunda kimya lisansını tamamlıyor. Bu sırada kimyanın bütün dalları arasında en çok biyokimyaya meraklı olduğunuTürkiye’ye geri dönüş yapıyor ve doktora yapmak istiyor. Süreç uzuyor ama azmi sayesinde sayesinde yetkilileri doktora yapmasına izin verdirtiyor ve 6 yaşındaki kızı Deha ile birlikte doktora yapmak üzere Paris yollarına düşüyor. Paul Victor Henri Pascal ile birlikte fosfat kompleksleri üzerine çalışıyor, doktorasının bitmesine tam 3 ay varken eril zihniyet yine kendini hissettiriyor: döneminin Milli Eğitim Bakanı Rüştü Uzel tarafından: ” Bir kadın, hele de iki çocuklu bir kadın, Sorbonne’da tahsil mi yaparmış! ” denilerek Türkiye’ye geri çağırılıyor. Yine de bir yolunu buluyor ve tezlerini hazırlayarak Fransa’dan akademik takdir kazanıyor.
1959 senesinde Maden Fakültesi’nin açılması üzerine oraya Doçent olarak tayin ediliyor. 1962 senesine kadar “Yakacak Kimyası” dersi veriyor.1962 senesinde bir kimya fakültesi açılacağını duyuyor, kendisine de kürsü başkanlığı teklif ediliyor. Önce inanmıyor, şaka yapıyorlar sanıyor. Ama hakikaten fakülte açılıyor, kendisine de Analitik Kimya kürsüsünün başkanlığı veriliyor. Böylece 27 sene doçent kaldıktan sonra 1962 senesinde profesör oluyor. 1973 tarihine kadar Analitik Kimya Kürsüsü Başkanlığı’nı sürdürüyor.
Remziye Hisar’ın hayatını konu edinen; kendi cümleleri ile bizzat karşılaşacağınız, Remziye Hisar ile birebir sohbet şansına sahip olabileceğiniz “Bilimin Öncü Kadını: Remziye Hisar” kitabını okuduğunuzda Remziye Hisar ile birlikte nice zorluklar ve nice başarılar ile karşılaşacaksınız. Onun hikayesini kendi ağzından dinledikçe bilim uğruna neler feda edilebileceğini tekrardan düşüneceğiniz bu kitabı siz okurlarımıza öneriyoruz!
Ardından 1933 kanunuyla tayini çıkıyor ve Türkiye’ye geri dönüyor. Darülfünun’un Kimya kürsüsüne atanıyor. Kendisinden başka üç bilim kadını daha var: Türkiye’nin ilk kadın kimyacılarından ve ilk rektörü Ayşe Saffet Rıza Alpar, Türkiye’nin ilk kadın Botanistlerinden Sara Akdik ve Türkiye’nin ilk kadın Zoologlarından Fazıla Şevket Giz. Remziye Hanım burada fizikokimya dalına geçiş yapıyor.
Bilimin Öncü Kadını: Remziye Hisar” kitabını okuduğunuzda Remziye Hisar ile birlikte nice zorluklar ve nice başarılar ile karşılaşacaksınız. Onun hikayesini kendi ağzından dinledikçe bilim uğruna neler feda edilebileceğini tekrardan düşüneceğiniz bu kitabı siz okurlarımıza öneriyoruz!
Darülfünun’un ardından Merkez Hıfzısıhha Enstitüsü’ne geçiyor, ancak orada da araştırma yapamıyor: hocası olmadık ve basit işlerle onu oyalıyor. Günlük tahliller yaptırıyor, araştırma yapmasına izin vermiyor. Remziye Hanım da kendi cebinden ayırdığı paralar ile esrar üzerine, Türkiye’deki vitaminler üzerine araştırmalar yapıyor. Bu sırada Eczacılık Mektebi’nde boş bir kadronun olduğunu duyuyor ve oraya geçmek istiyor, sınavlarına giriyor.
Böylece 1942’den 1947’ye kadar Toksikoloji Doçenti ve Analitik Kimya Doçenti olarak Analitik Kimya ve Toksikoloji dersi veriyor. Fakültenin şartları elverişli olmadığı için kendi evinden şişeler taşıyarak bir laboratuvar kuruyor.
Burada da engeller karşısına çıkıyor: Zorluk çıkartabilmek adına tüm dersleri ilk saate koyuluyor, okula gidebilmek için 6 buçuk vapuruna biniyor her gün. Asistanlarına terazilerini kırdırtıyorlar, dengesini bozduruyorlar, her sabah uğraşacağı böyle işler çıkartıyorlar başına.
Daha sonra 9 Mayıs 1947’de Teknik Üniversite’ye geçiş yapıyor. Makine Fakültesi’nde çalışıyor: artık araştırma yapma imkanları verilmiş. Ders vermiyor, araştırma yapıyor. Ancak laboratuardaki durumlar yine çok kötü. Burada çok güzel buluşlar yapıyor, dünyaca takdir ediliyor. Fransız hükümeti ilim nişanına layık görüyor.
1970 yılına kadar çalışmalarını sürdürüyor. Emekli oluyor. Ailesinden kalan bir konakta hayatına devam ediyor. 1992 yılında oğlunun ölümünden birkaç ay sonra vefat ediyor. Bilme adanan bir ömür olarak tarihe geçiyor.