Doğanın mimari yapılara ve şehirlere entegrasyonu global arenada ‘wild urbanism’ akımıyla tanımlanıyor. Beton duvarlar, cam gökdelenler, teknolojik harikalar arasına sıkışmış şehircilik anlayışı artık doğaya daha çok yer açıyor. İklim krizinin kapıya dayandığı günümüzde yeni nesil Z kuşağı kapitalist sistemin bize dayattığı sonu gelmeyen tüketim alışkanlıklarımızdan dolayı soluduğumuz havayı, içtiğimiz suyu zehirlediğimizin bilincine vardı. Artık toprak anaya daha saygılı etik ve sağlıklı yaşamlar kurgulamanın yollarını ararken yaşamlarımızda yeşile daha çok yer veriyoruz. Vakit doğal, ekolojik, sağlıklı ve barışçıl seçimler yapma vakti. Daha az tüketerek daha çoğu yaratmanın, geri dönüştürülebilir kaynaklar kullanarak sürdürülebilir tasarımlara imza atmanın yollarını arıyoruz. Ünlü filozof Noam Chomsky’nin de dediği gibi yeni nesil bugün haysiyetli bir hayat yaşayabilmek için belirleyici kararları almak zorunda. Kırsal yaşamın güzelliklerini şehir merkezine taşırken şehirliler için oksijeni bol yeşil alanlara, yeşil yapılara, park, bahçe ve bostanlara ulaşım imkanı yaratan uluslararası projelerden seçtiklerimiz için okumaya devam edin…
Zaryadye Park – Moskova
Moskova’nın merkezinde Kızıl Meydan’ın çok yakınında yer alan bu parkın tasarımı geçtiğimiz sene tamamlanmış. Diller Scofidio + Renfro imzasını taşıyan yeşil alan kurgusunda Rusya’ya özgün bitki örtüsü, tundralar, stepler, nemli topraklar ve ormanlar olmak üzere çeşitli bitki ve ağaç türleri bir araya getirilmiş. Charles Renfro’nun da dile getirdiği gibi burası mimariyle doğanın iç içe geçtiği “wild urbanism” yani vahşi şehircilik akımının esaslarına göre planlanan ve şehrin tam kalbinde yer alan kamusal bir alan. Tarihi Kitay-Gorod semtinin karakteristik özellikleri, Kızıl Meydan’ın arnavut kaldırım taşları ve Kremlin Sarayı’nın büyüleyici bahçeleri bu projenin tasarımında Diller Scofidio + Renfro’nun ilham kaynağı olmuş.
La Tour des Cedres – Lozan
İtalyan mimar Stefano Boeri’nin imzasını taşıyan proje her zaman yeşil kalabilen sedir ağaçlarıyla kaplanmış dünyadaki ilk bina olma özelliğini taşıyor. Dikey bir orman görünümündeki bina mimarın Milano’da tasarladığı Bosco Verticale isimli ikiz binalarıyla aynı konseptte, yeşili dikey düzleme taşıyarak hayatlarımıza daha çok dahil etmeyi, şehrin tozunu ve karbon dioksitini emerek oksijen katsayısını yükseltmeyi amaçlıyor. 117 metre yüksekliğindeki binada 1+1’den 4+1’e değişen daire tipleri, ofisler, spor salonu ve en üst yani 35. katta eşsiz panoramik manzarasıyla bir restoran bulunuyor. İnşası bu sene tamamlanacak binanın toplam 3000 metrekarelik alanı sedir ağaçlarının başrolünde olduğu yeşilliklerle İsviçrelilere görsel bir şölen sunmaya hazırlanıyor.
Icone – Lüksemburg
Tanınmış mimarlık şirketlerinden Foster&Partners imzasını taşıyan Icône isimli bu proje esnek çalışma alanlarına ev sahipliği yapacak bir ofis yapısından oluşuyor. 18.800 metrekarelik alanda ofis ve yeşil alanların yanı sıra mağaza, kafe ve restoranlar da yer alacak. En önemli özelliği mimarisinin sürdürülebilir tasarım unsurlarıyla şekillenmesi. Lüksemburg Belval’de inşa edilen yapının tasarımında Foster&Partners şirketi Beiler François Fritsch Mimarlık ofisiyle bir iş birliğine gitmiş. 2022’de tamamlanması planlanan binada yeşil çatı, gri su geri dönüşümü ve verimli ısıtma-soğutma sistemleri var olacak. Aktif ve pasif çeşitli sürdürülebilirlik esaslarını barındıran Icône projesinin BREEAM Excellent derecesi (yeşil bina standardı) ve WELL Building Standard sertifikalarını alması hedefleniyor.
Springdale Halk Kütüphanesi – Toronto
RDHA Mimarlık Ofisi’nin imzasını taşıyan bu proje doğanın kamusal alana entegrasyonuna güzel bir örnek. Toronto’nun Brampton semtinde yer alan kütüphane Komagatu Maru Parkı’nın içinde konumlandırılmış. Yeşilliklerle kaplı bir tepe görünümlü çatısıyla dikkat çeken bina modernist tasarımının altında bulunduğu peyzaj ile entegre olabilen özelliklere sahip. Yapıyı çevreleyen yeşillikleri yansıtan dış fasad havuzlarla hareketlendirilmiş. LEED sertifikasına uyumlu yani yeşil bina kriterlerine göre tasarlanan yapıda pencereler güneş enerjisi depolarken maksimum gün ışığını iç mekanlara taşıyacak şekilde seçilmiş.
Satvros Niarchos Kültür Merkezi – Atina
Renzo Piano Building Workshop tasarımı yapı Yunanistan Ulusal Kütüphanesi ve Yunan Ulusal Opera binasını bünyesinde barındırıyor. Eskiden bu bölgenin suyla olan yakınlığından ilham alan mimarlık ofisi binanın tasarımına suyu anımsatan mimari detaylar eklemiş ayrıca binayı eğimli bir tepenin en üst noktasında konumlandırarak deniz manzarasına açılan kurgular yaratmışlar. Projenin en dikkat çeken noktası 10.000 metrekarelik alana sahip, fotovoltaik panellerle kaplanmış çatı kanopisi. Burada kullanılan paneller opera ve kütüphane için gerekli 2,5 megawattlık enerji üretebilecek kapasiteye sahipler. Leed Platinium sertifikasını hedefleyen projenin mimarı Renzo Piano şöyle söylüyor: “Tasarlarken enerjiyi de dikkate alıyorsun. Bu bana göre taktiksel değil ilham verici bir yaklaşım. Çünkü enerji ve dünyanın geneli hakkında endişelenmek genç nesillere göndermek istediğimiz mesaj. Yaratılan yapıyla parayı veya gücü değil, geleceği kutluyorsun.” Renzo Piano.