Zamanın ayakları altında ufalanıp giden hayatlarımız, toplumsal bazı olaylar ve gelişmeler karşısında çaresiz kalıyor. Yaşamımızı genel anlamda ele alırsak büyük bir kısmını toplum içerisinde geçiriyoruz. Kimimiz yaşadığı topluma karşı kaygılı, sıkıntılı… Kimileri ise utanç içinde kederli ve donuk. Bunun birçok sebebi var elbet. Ama en temeldeki sebep ahlaki değerlerin giderek yozlaşması. Her bireyin kendi adına çabalaması yetmiyor maalesef. İnsani değerlerin, zamanın karşısında eriyip gidişini hep birlikte seyrediyoruz. Belki de kederimizin büyük bir kısmını bu durum oluşturuyor. Büyük fotoğrafta hiç kimse kendini bu resme ait hissetmiyor. Ailevi değerlerimiz ne kadar güçlü olursa olsun, zamanın getirdiği yabancılaşma karşısında hepimiz çaresizlik içerisinde kalıyoruz. Hukuki normlara, ticaret ahlakına, edebi düsturlarımıza tefekkürümüzde dönüp baktığımızda her şey yolunda görünüyor. Ama hakiki fiillerimizin içerisinde ahlaki tavrımızın nasıl olması gerektiğini göremiyoruz. Fiillerimizin ahlakilikten yoksun olmasına sebep olan şey belki de bizim, öğrendiğimiz ahlaki prensiplere sımsıkı tutunmamızdan kaynaklanıyor.
GÜVEN TAHRİBATI
Her geçen gün gittikçe artan karamsarlık bulutları, merhamet ve iyilik davasına düşmüş kalpleri ürkütmeye devam ediyor. Toplumumuzun içinde bulunduğu durum ve insanlık ahvalimiz hakkında bizde derin şüpheler uyandırıyor. Kaygılarımızın, korkularımızın sürekli olarak diri kalmasını sağlayan her gün medya aracığıyla duyup dinlediğimiz korkunç haberler… Nasıl oluyor da merhamet saikiyle yetişen insanımız, bu denli korkunç vakalarla bizleri karşı karşıya bırakıyor. Bütün bu olup bitenlerin önüne geçmek için ne yapmalı? Belki de kendimize en çok sorduğumuz soru bu. Üçüncü sayfa haberleri özelinde temelde aileyi ve kadını ilgilendiren meselelerin, cinayetle, şiddetle ya da cinnetle sona ermesi, bu durumun hemen hemen her gün gazetelerde yer alması bugünümüz ile, geleceğimiz ile bağımızı zayıflatmakta. Toplumun bir arada yaşamasının temel öğelerinden biri olan güven duygusunun tahribatı, hepimizi başkasına karşı daha da tedirgin hale getiriyor. İçinde bulunduğumuz zamanı göz önünde tutarsak, bizi birbirimize bağlayan bağlar çok sıkı değil.
BAZI YANLIŞLAR
Bu yaşanılan kaygı durumu toplumu bir arada tutan değerleri iyice yozlaştırmakla kalmayıp ahlaki bir tahribata da sebebiyet veriyor. Yetişkin bireylerin bu tutumları, genç dimağların bilinçaltında, korku, kaygı ve güvensizlik reflekslerini güçlendiriyor. Duyarlı ve farkındalık sahibi toplum bireylerin utancını ve kederini büyütmeye devam ediyor. Ailevi sebeplerden, “Erkeklik anlayışı”ndan, geleneksel olarak geliştirilmiş bazı yanlış zanlardan kaynaklı olarak artan kadın cinayetleri, ailevi cinnet haberleri bilinçlerimizi bu kuruma karşı zayıflatmaya devam ediyor.
GELENEĞİN SONU
Ailenin temel olarak toplumun temel taşı olduğu söylenir. Ama biz Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç gibi bakarsak, aile toplumun tam karşısında duruyor. Ona göre “Aileyi birbirine bağlayan şey sempati veya hissiyattır. Toplumu ise menfaat ya da zeka yahut da ikisi beraber bir bağ oluşturur. Toplumun gelişmesindeki her adım, aynı ölçüde ailenin bertaraf edilmesiyle gerçekleşir. Sonuna kadar, yani ütopyaya kadar tatbik edilen sosyal prensip, aileyi artık hiç tanımaz. Dahili, romantik, şahsi bağ ve ilişkiler ocağı olarak aile ütopyayla ilgili bütün tasavvurlarla çatışır.” Daha da açmak gerekirse toplumun kendi evrimini sağlayabilmesi için aile kurumunun yerleşik feodal hayattan getirdiği tutumları ortadan kaldırması gerekmekte. Bu geleneksel formdaki tutumlar, gelecek ütopyalarının önündeki engel olarak görünmekte.
BİREYCİ DÜNYA
Günümüzün bu aşırı bireyci dünyasında bu daha da belirginleşmiştir. O yüzden bu kurumun bütün dinamiklerini, yanlış anlayışlarını tekrar gözden geçirmek, yanlış anlayışlardan arındırmak, kadına ve erkeğe gerçek saygınlığını kazandıracak ortak paydalar oluşması gerekiyor. Aile anlayışımızı hızlı bir şekilde ele almamız önemli. Çünkü gelecek hızla yaklaşmakta. Bu sorunsala ait en önemli meselemiz eril tutumun baskın bir şekilde dişil olanla, zarafet ve merhametten yoksun olarak kavgaya tutuşması… Sorun tam da burada başlıyor. Erillik geleneksel mi yoksa bu bir zan mı? Bunun gibi cevaplanması gereken yüzlerce soru var. Bizlere düşen bireyler olarak etrafımızdaki toplumun aile anlayışını geliştirecek, bu olgunun öneminin farkına varacağı bir pedagoji geliştirmemiz gerekmekte.
AHLAKIN ÖNEMİ
Burada atacağımız adımların çok dikkatli atılması gerektiğini düşünüyorum. Geleceğin ailelerinin salahiyeti ve sıhhati için bugünden mutlaka bir önlem alınmalı. Yoksa bizleri bekleyen gelecekte ahlaki görevlerimizi bizden sonrakilere aktarmamız daha da güçleşecek.
Bir toplumun olgunluğunu gösteren olgulardan biri, sağlıklı ve ahlaklı bireylerin yetişmesidir. Böyle bir toplumda güven duygusu üst seviyededir. Güveni tekrar inşa edebilmemiz için bireyler olarak, toplum olarak birbirimize daha da yakınlaşmalıyız. Eğer bütün problemlerimizin ortak olduğunu öngörebiliyorsak, çözümlerin de kolektif bilincimizden çıkacağını biliyoruz demektir.