FATMA AKGÜN
İçimizde ne çok şey biriktiriyoruz değil mi? Söylenecek sözümüz, gidilecek yolumuz, yapacak işlerimiz hiç bitmiyor. Bitiremiyoruz dünya telaşlarımızı. Yaşam döngümüz, bu kuramlar üzerinde devam edip tükeniyor. Tüketiyoruz hayatı, tüketiyoruz kendimizi.
Durum böyleyken; yeni bir renk yeni bir yol ararken Ramazan yetişiyor imdadımıza. Her şeyi yeniden dizayn etmek için; bizlere yeni bir soluk, yeni bir bakış açısı kazandırmak için. Sanki dünyada durup başka alemlerde düşlere dalıyoruz ve Ramazan’da yeniden dirilip yeniden var oluyoruz.
Eşyaya, tabiata, insanlara bakışımız değişiyor. Eşya diriliyor gözümüzün önünde; iftarda içtiğimiz bir bardak su bile çağlayan bir şelaleye dönüşüyor, doluyor içimize coşkuyla. Ramazan sofralarını sanki bizler değil de gökten birileri indirip kuruyor.
Birden her nimet Halil İbrahim sofrası oluyor iftarlarımızda. Aynı fırından aldığımız ekmek dahi ziyadeleştiriyor tadını. Bedenimiz aynı beden olmasına karşın nasıl da farklı kılıyor bizi. Dilimizin aldığı tatlar değişiyor, malayani sözlerde de oruç tutarken, zikirde coşuyor dilimiz, zikrimiz kalbimize iniyor. Kalbimizin ritmi değişiyor, gözlerimiz aynı olmasına karşın harama bakmaktan imtina ediyor. Görmediğimiz yoksulları, darda kalmışları görüyor. Kulağımız Kuran sesleriyle dolup evvelinde duyarsız kaldığımız tüm sesleri işitiyor.
Ayet düşüyor kalbimize, inen hatimlerde; ellerimiz doğru işler yapıp ayaklarımız doğru yola gitmenin telaşına düşüyor. Midemiz açlıkla sınanıyor, gerçekte açlığımız ve susuzluğumuz ötelere olan sevdamızdan. Fakiri ve kimsesizleri anlıyoruz. Böylece onların halleriyle halleniyoruz. Tüm bedenimiz teyakkuzda. Bu sır içindir belki bu bayrama Fıtır Bayramı (bedenin zekatı) denilme sebebi.
Bu bir aylık süre içinde her ne kadar midemiz açlıkla imtihan olsa da nadasa çekilen toprak gibi daha verimli daha güçlü kılıyor bizi. Ruhumuza yeni tohumlar düşüyor. Âdem (a.s.)’a toprak, Nuh (a.s.)’a su, İbrahim (a.s)’a ateş, Yusuf (a.s.)’a kuyu nasıl perde olmuşsa; bizlere de Ramazan perde oluyor. Oruç düşüyor cümle azalarımızdan arşa doğru perde perde. Arş yırtılıyor.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in parmağı ile işaret ettiği Şakk-ül Kamer mucizesi düşüyor gözlerimize, yüreğimize. Hilal dolunaya dönüşüyor gün be gün. Güneşi ve geceyi karşılayan ötelere selam yollayan ruhumuz, vedalaşıyor bu son eşikte. Arife gününde bir melek şöyle sesleniyor: “Ey Allah’ın kulları oruçlu kadın ve erkeklere verilecek en küçük müjde şudur ki: Müjdeler olsun size, geçmiş günahlarınız affedildi. Ey Allah’ın kulları o halde geride kalan günlerinizi nasıl geçireceğinizin kaygısını taşıyın.”
Arife öyle bir eşiktir ki, Ramazanı hüzünle uğurlarken, bayrama göz kırpmaktır.
Toprağa basarken, arşı sallamaktır. Ramazan’da bize verilen tüm fırsatları değerlendirip, mükâfata ramak kalmasıdır. Arife çabaların cennet umudunu doğurmasıdır. Çetin kış günlerinden, ruhumuzun bahara tomurcuklanmasıdır.
Arife son duraktır. Sarp bir dağa tırmanırken zirveye bir adım kala, durup seni o yamaca taşıyan Ramazan’a son vedandır.
“Ramazan orucunun toptan iftar vaktidir.”
Ve bir adım sonrası zirve,
Bir adım sonrası dolunay,
Bir adım sonrası ezan, son iftar.
Ve sabahı senin bayramındır, benim bayramımdır, cümle mahlûkatın bayramıdır.