Ben çıkmaz bir sokakta oturuyorum. Kalbimde binlerce ihanetin örüntüsü… Geçmişten kalma kanayan yaralarımın, gelecekte olmasını hayal ettiğim düşlerimin içinde gem vurulmuş bir sokakta, kendi çıkmazımda.
Kendi hicretinin gerçekleştirememiş içimdeki ölülerin esiriyim.
Ellerimle inşa ettiği, yıkılmayan surlarım var. Bazen söylediklerimden çok söyleyemediklerimden oluşturduğum kalemin içinde, kendim esirim. Akrep ve yelkovanın yarışında kaybedenin ben olduğu zamanın esiriyim. Dakikaların bir bir düştüğü zamandan; gençliğime ihanet eden bedenimin esiriyim. Gün geceye, gece güne teslim olurken teslim olamayan ben, kendi hicretinin gerçekleştirememiş içimdeki ölülerin esiriyim. Sitemkar mavilerin, göç eden kuşların, kendini yeşile bezememiş ağaçların, serenat yapmayan kuşların, yoluma düşüp gülümsemeyen hayvanların, sırtını dönen insanların, evhamlarımın, kaygılarımın, olmuşların, olacakların esiriyim.
Oysa başka bir gözle baktığımda hayat, belki de benim için her gün yeniden doğuyor. Güneş güne, eşyaya, bedenime dokunurken esirgemiyor ışığını, sıcaklığını. Ayırt etmiyor yaratılanı. Görevini ne eksik ne fazla yapıyor. Sonra gece döşek oluyor kimsesizliğime. Yıldızlar dökülüyor tek tek kalbime, nemli gözlerime. Eyüp (a.s.)’ın sabrı düşüyor tahayyülüme, Yusuf (a.s.)’ın kuyusu. Benim kuyum ne diye soruyorum kendime. Kuyum kaç zifiri karanlık eder, kurtulmak kaç ömre bedel? Sonra Eyüp (a.s)’ın sabrı utandırıyor beni. Peygamber Efendimizin mücadelesi, taşlanması, sıkıntıları ve her şeye rağmen o vakur duruşu. Hep Rabbinde oluşu. Duaları, nidaları…
Affedilmeyi beklerken, affetmeyi unutan ben. İçimde hacmi büyüyen bir boşluk. Utanmaya başlıyorum hatırladıkça. Bakara Suresi geliyor aklıma “Kullarım beni soracak olursa, muhakkak ki ben(onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse onlarda benim çağrıma cevap versinler ve bana iman etsinler.” diyen bir Rabbin kulu olduğumu hatırlıyorum. Sığınacak bir limanımızın olduğunun fehmine varıyorum. Dua kapılarının her daim açık olduğunu idrak ediyorum. İçimde kaynayan ateşe su serpiyorum.
Sonra yaklaşan kanat seslerini duyuyorum, başımı çevirip baktığımda masmavi bir gökyüzünde raks eden kuşları görüyorum.
İçime çekiyorum havayı, soluyorum iliklerime kadar temiz hava kokusunu. Ağaçların birbirinin hakkının ihlal etmeden gökyüzüne dokunmaya çalışan hallerini görüyorum. Bir kedinin mırıltısında ya da bir köpeğin önümden geçişindeki sevgi dolu bakışlarını yakalıyorum.
Ne kadar kör ne kadar sağır olduğuma şaşırıyorum. Derdi veren, derdimi bilmiyor mu diye soruyorum.
Hicretim başlıyor kendi içimde. Kendime doğru, O’na doğru. Yaşadığım ne varsa kötü diye addettiğim her şeye artık tecrübe diyorum.
İnancım diriltiyor beni. Belki dünyada çok isteyip de sahip olamadığım şeyler başka bir boyutta, başka bir şekilde hayırlısı ile karşıma çıkacaklar. Rabbimize olan hasretimizi bu gurbet diyarında hikmetlerle taçlandırabilsek ihya olacağız. Ve yeniden inşa olacağız.