Röportaj: Ümmügülsüm Tat
Prof. Dr. Burhan Kuzu… Anayasa Profesörü, siyasetçi, yazar. Türkiye’nin son döneminin yakın şahidi. Bugüne dek hep siyasi kimliği ile tanıdığımız Burhan Hoca ile sıcak bir Ankara gününde, bayram arefesinde buluştuk. Gündem yoğundu, konuşacak çok konu vardı. Ona çocukluğunu sordum, Kayseri’de doğan bir Anadolu evladının hikayesini. ‘Bizim yılların çocukları birbirine benzer’ diyerek başladı anlatmaya. Sonrası mı? Aşağıda okuyacağınız satırlarda.
Hocam sizin hikâyenizi gençler çok merak ediyor. Çocukluğunuzdan bahseder misiniz?
Kayseri’de, Develi İlçesi Şıhlı köyünde dünyaya geldim. İlkokulu köyümde okudum. Hamidiye Medresesi vardı, Sultan II. Abdulhamid tarafından yaptırılan. Eskiden üniversiteymiş, dedem de oranın müderrisiymiş. Akademiye yatkın bir aileden geliyoruz. İlkokulu medresede okudum. Ortaokul ve liseyi Develi ilçesinde tamamladım. 1976 yılında hukuk fakültesini bitirdim. 9 kardeşiz, büyük sıkıntılar çekerek okuduk. O yılların çocukları birbirine çok benzer, hikâyeleri biraz eksik biraz fazladır fakat aynı yere çıkar. Liseyi birincilikle bitirdim. Babamı ortaokula giderken, annemi ise liseye giderken kaybettim. Ağabeylerimizin desteği ile okula devam ettik.
Annenizin erken vefatı büyük bir acı…
Tabi anne babanın vefat etmesi özellikle anneyi kaybetmek çok zor. Rahmetli annem kanser hastalığı yüzünden öldü. Hastalığı sırasında çok sıkıntılar yaşandı. O dönem yaşadıklarımızdan etkilendim ve doktor olmaya karar verdim. Fen bölümü mezunlarından çıkan lise birincilerini tıp fakültelerine sınavsız alıyorlardı. Üniversite tercihleri ön kayıt sistemi ile yapılıyordu. Sırasıyla üniversitelere kayıt yaptırıyorduk. Hacettepe üniversitesi birincileri alıyordu. Müracaat ettik. Fakat üniversiteye yüksek puanım olmama rağmen yerleşemedim. Gayri adil bir sınav sistemi vardı. Çok üzüldüm. Saçlarım döküldü üzüntüden. Sabah uyanınca yastığımda saçlarımı gördüm. Erzurum’da tıp fakültesi var, lise birincilerini alıyorlar diye bir söylenti çıktı. Tabi televizyon yok, sosyal medya yok. Üniversite ile ilgili haberleri gece saat 11:00’da yayınlanıyor o zamanlar. Tarlada çalışıyorum, uykum geliyor sabah 05:00’da uyanmam lazım. Uyuyakalıyorum. 15 dakikalık haberi kaçırmamak lazım. Böyle bir Türkiye…
Erzurum’a gittiniz mi?
Erzurum’a gittim fakat böyle bir durum yokmuş. Şehre bir indim yarım metre kar var, hava tahmin raporu diye bir şey yok. Kayseri’de hava nasılsa her yerde öyle sanıyorsunuz. Üniversiteye gittim, bana güldüler. ‘Rektörün öyle bir yetkisi yok’ dediler.
Türkiye’nin tek sağcı rektörü Erzurum’da o zaman Kemal Bıyıkoğlu. İsmini duyardık, severdik. Tabi Erzurum’dan İstanbul’a gitmeye karar verdim, orada bir üniversiteye yerleşmem lazım. Trenle yolculuk dört gün sürüyor. Erzurum’dan İstanbul’a… Bindim trene çok kalabalık asker sevkiyatı varmış yerime oturacağım fakat her yer dolu. Sivas’ta trenden inip otobüse binmeye karar verdim. O yıllarda Sivas Spor-Kayseri Spor maçı yapılmıştı ve 38 Sivaslı öldürülmüştü. Tabi Sivas’ta Kayserili bulunca dövmeye başlıyorlar. Benim haberim yok desen bile dayak yiyorsun. Artık Kayseri’de inmeye karar verdim.
Bir gün bir arkadaşım haber verdi gazete ilanında görmüş Boğaziçi Üniversitesi yani o zamanlar Robert Koleji üniversite birincileri için kontenjan ayırmış. Fakat orada da tıp yok. Gittim kimya mühendisliğine kaydoldum. 1,5 ay kadar okudum. O arada bir gün Beyazıt’tan geçiyorum İstanbul üniversite önünde insanlar bekliyor, kuyruk oluşmuş. Sordum bu nedir diye hukuk fakültesi ön kayıt için dediler. O gün hukuk fakültesine gitmeye karar verdim. Nasılsa devam mecburiyeti yok diye düşündüm, gider o arada tıp için çalışırım. Kasım ayında hukuk fakültesi için kayıt sıram geldi. Boğaziçi’nden kaydımı aldım ve hukuk fakültesine kaydoldum.
Hukuk fakültesi günleriniz nasıldı?
Boğaziçi’nde 20 kişilik sınıfta, hukuk fakültesinde ise 1500 kişi ile amfide ders görüyoruz. 4-5 ciltlik kitaplar var niyetim de hukuk okumak değil. Ne yapacağım diye düşünüyorum. Bir öğrenci evinde kalıyorum. Okula gidiyorum, ders çalışıyorum fakat hukuk fakültesini sevmiyorum. Haziran ayında bitirme imtihanlarını geçtim ve 2. Sınıf oldum. Aynı zamanda tıp fakültesini kazanmak için çalışıyorum. O yıl üniversite yerleştirme sistemi değişti ve 18 tercihin tamamına tıp fakültesini yazdım fakat yerleşemedim. Hukuk fakültesine devam ediyorum, aklım hala tıp fakültesinde. Recep Yaman Karadeniz isimli bir arkadaşım var, Teknik Üniversitede Makine Mühendisliği bölümünde asistan o yıllarda. Çok zeki biriydi. Ben seni çalıştırayım, tıp fakültesini kazan dedi. Gündüz hukuk fakültesinin derslerine çalışıyorum, akşamları tıp kazanmak için test çözüyorum. Anayasa Hocamız bir gün derste matematik çalıştığımız fark edince ‘Anayasa dersi bu’ dedi. Yıllar sonra o kürsüye asistan oldum. Hocam ‘o gün ders çalışan bendim’ dedim.
Eve kara tahta aldık, Recep ile evde çalışıyoruz. Bu arada hukuk fakültesi 3. Sınıfa geçtim. Üniversite sınavına girdim, sınav çok iyi geçti. Cerrahpaşa ya da Çapa Tıp Fakültesi’ni kazanmayı bekliyorum. Gazetede yayınlanan sorulara baktım birçoğunu doğru yapmışım. Döndüm memlekete. tarlada çalışıyorum. Aylardan temmuz. Yanımda eski bir radyo var, Neşet Ertaş’ı dinliyorum. Rahmetli iyi insandı, gönül ehliydi. Radyo bir anda yayını kesti. ÖSYM sorularının çalındığı iddiası var, sınav iptal edildi diye yayın yapılıyor. Öyle üzüldüm ki.
Hocam tüm bunları yaşarken dar gelirli bir Anadolu çocuğusunuz. Birçok sorunun içinde üniversite eğitimi almanın mücadelesini veriyorsunuz.
Tabi sınava girmek, bir yere gitmek öyle zor ki o yıllarda. Tekrar sınava girecek motivasyon kalmadı. Hukuk fakültesi 3. Sınıftayım. Bir gün kendi kendime düşündüm ‘adalet, hakkaniyet, eşitlik bunlar hassas olduğumuz kavramlar. Ne işin var tıp fakültesinde sen git anayasa kürsüsünde asistan ol’ diyorum. Bir arkadaşım var Cevdet. O’na dedim ki ‘Bu fakültede asistan olalım’. ‘Bizi almazlar burası elit, 4-5 ailenin elinde bizi mi alacaklar?’ dedi. Ne yapalım diye düşünürken Fransızca öğrenmeye karar verdik. Bitirmeden yüksek lisansa başladık, dil öğreniyoruz. Cevdet medeni hukuk kürsüsüne girdi, anayasada kadro açılmadığı için ben kaymakamlık için Tekirdağ’a gittim. O sırada hukuk fakültesinde kadro açıldı ve asistan oldum. İkimiz de profesör olduk. O yıl 6-7 Anadolu çocuğu hukuk fakültesinde ilk kez asistan oldu.
Türkiye’nin o günlerini düşündüğümüzde akademik hayat hiç kolay olmamıştır.
Çok çileler çektik. Akademik hayatta solcular bizimle çok uğraştı. Demokrasi diye bir şey yok. 28 Şubat sürecinde 12 yıl profesörlüğüm verilmedi. Suçum Refah ve Fazilet partileri kapatılırken yazdığım savunmalardı. Bizi hedef tahtasına oturttular. 98 yılında profesör oldum, anabilim dalı başkanı oldum. AK Parti kurulurken Recep Tayyip Erdoğan aradı, görüştük. Beraber yola çıktık. Siyaset günleri başladı. 16 yıl milletvekilliği, 13 yıl anayasa komisyonu başkanlığı yaptım.
Şimdi yine tercih hakkınız olsa hukukçu olmak ister miydiniz?
Şimdiki aklım olsa liseyi bitince ilk tercihim hukuk fakültesi olur, yine anayasa hukuku çalışırım.
Şunu gördüm ki Allah kaderde insanlara bir çizgi çiziyor. Bu çizgi onun için hayırlı olan çizgidir.
Acıma hissi çok güçlü bir adamım doktor olsam hasta ile ağlardım. Bu memlekette tam 40 yıldır savunduğum Başkanlık Sisteminin kurulmasına tanıklık ettim. Bu dünyada çok az akademisyene nasip olur. Kendi teorimin gerçekleştirildiğini gördüm.
Öğrenci evlerinde yemek yapar mıydınız?
Şimdiki nesle göre hayatın ne olduğunu daha iyi öğrendik. Köyümüzden, evimizden uzakta okuduk, yemeğimizi kendimiz yapardık. 12 yaşından bu yana çok güzel yemek yaparım. Pirinç pilavını çok iyi yaparım. Pirincin iyisini bilirim. Ütüyü pek sevmezdim, zaten evlerde ütü de yoktu. Eksik çok ama samimiyet, doğallık ve kanaat vardı. O yıllarda daha mesuttuk. Bereket sonra hayatımızdan kayboldu. O yıllarda yol gösteren yok, tüm karaları kendiniz çizmek zorundasınız. Hiç unutmam 9 kardeş bir gün sofradayız. En küçük kardeşim zeytini tek tek yiyordu. Kızdım o zaman. 2-3 defada yiyeceksin zeytini diye. Fakir aile çocuklarıydık fakat başarılı olduk. Arkaya baktığında gidecek yer yoktu bu yüzden hedef hep ileriydi.
Hocam 12 Eylül dönemi nasıldı? Türkiye 12 Eylül’de tam anlamıyla neyi yaşadı?
Darbeyi yapmaya karar verenler ortalığı karıştırdı. Demirel’in meşhur bir sözü vardı. ‘12 Eylül tamam da 11 Eylül’ün şu saatine kadar durmayan terör nasıl oldu da 12 Eylül’de durdu?’. 12 Eylül olmadan Ankara ve İstanbul başta olmak üzere birçok yerde sıkıyönetim vardı. Banka önlerinde askerler var fakat soygunlar, ölümler devam ediyor günde ortalama 20 kişi ölüyor. Darbeye zemin hazırlandı. Duruşmalar felaket, Kenan Evren’in açıklamaları, işkenceler, cezaevlerinde yaşanalar insanın kanını donduran cinstendi. Türkiye’de terör o cezaevlerinde büyütüldü. Çerçeve daha dar kalabilirdi çok genişlettiler. Darbeden sonra siyaset kesintiye uğradı. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül… 28 Şubat, 27 Nisan’da yayınlanan e-muhtıra ve 15 Temmuz… Hepsi demokrasiye ve halkın iradesine set çekmek için yapıldı.
Hocam 15 Temmuz’da milli iradeyi ortaya koyan durum sosyolojik olarak nasıl oluştu? 15 Temmuz ruhunun içerde ve dışarıda yansıması nedir?
Milletimiz darbelerden yoruldu. 27 Mayısta rahmetli Menderes’in ardından çok ağladı. Babamın ağabeyimin ağladığını hatırlıyorum, Anadolu Başbakan’ın idam edilmesini hazmedemedi. Menderes’e sahip çıkamamanın ukdesi içimizde kaldı. Özal zehirlendi. Faili hala bulunamadı. Tayyip Reis’i yedirmeyiz algısı vardı. Lidere güven vardı. Bir de askeri kalkışmanın belli bir grup tarafından yapıldığı anlaşılınca halk demokrasinin yanında yer aldı. Hatırlarsanız o gece 1960 darbesini hatırlatan bir darbe metni vardı sanki Atatürkçü subayların kalkışmasıymış gibi. 15 Temmuz tüm darbelerin dışında anahtar teslimi bir işgal planıydı. Alın ülkeyi yönetin dediler. 15 Temmuz gecesi ABD elçiliğinden ses çıkmadı gece saat 2’ye kadar, çünkü kimin kazanacağını beklediler. Menderes Moskova ile irtibat kuracağım deyince 27 Mayıs’ta darbeyi yaptırdılar. 12 Eylül’de ‘bizim çocuklar başardı’ dediler. FETÖ’nün yurt dışı yapılanması konusunda mücadele veriyoruz. 70’den fazla ülkede FETÖ var ve Cumhurbaşkanımız gittiği her ülkeyi uyarıyor. ABD konsolosluğunun o gece yaptığı açıklamada iki tarafa da itidal ediyoruz diyor. İki taraf dedikleri kim? Bir yanda Türkiye Cumhuriyeti ve seçilmiş meşru hükümet diğer yanda terör örgütü, paralel devlet yapılanması. Şimdi biz de 11 Eylül’de aynısı desek ne olurdu? İncirlik üssü tamamen işin içinde. 15 Temmuz ötekiler gibi değildi gitmemek üzere geliyorlardı.
Bugün ekonomide yaşanan sıkıntılar aynı kalkışmanın bir devamı mı?
Gezi olayları ile başladı herşey. Gezi’de hükümeti devirmek istediler. Öncelikli hedef Tayyip Erdoğan’dı. Türkiye’yi yönetilemez bir ülke haline getirmek istiyorlar.
Avrupa ve ABD’ye karşı milli duruşumuzu savunan bir Cumhurbaşkanı görmeye alışık değiller. Eskiden ABD emreder Türkiye yapardı. O günler geride kaldı. Afrin’e operasyon yapan, İHA’sı, SHA’sı olan; milli savunma sanayinde güçlene bir Türkiye var. Dünya 5’ten büyüktür diyerek dünyadaki zulme meydan okuyan, BM’nin ABD’nin kölesi olduğunu söyleyen bir Türkiye… Bunu yok etmenin yolunu arıyorlar. FETÖ’yü piyasaya sürdüler, 17-25 Aralık’ta yargı darbesi yapmak istediler. Onu da başaramadılar. Bu kez 15 Temmuz’u denediler fakat millet süreci iyi okudu ve tepkisini ortaya koydu. Anladılar ki dışarıdan müdahalelerle Cumhurbaşkanını indirmek bu topraklarda şu an zor. Ekonomik darbe yapmak istediler. Hükümet ve halkın arasını ekonomi üzerinden açmaya çalışıyorlar. Türkiye’yi gerçekten tanımıyorlar. Başka ülkelerde ekonomi üzerinden hükümet düşürebilirler fakat Türkiye’de o zor. Millet durumun farkında. ABD kaybedecek. Trump kontrolü kaybetmiş halde. Tüccar mantığı ile hareket ediyor sözde fakat kar ve zarar hesabı da yapamıyor. Zücaciye dükkânına giren fil gibi davranıyor. 30 ülkede şu anda mücadelesi var açıktan. Çin, Rusya, İran, Almanya, Türkiye ve Güney Amerika ülkeleriyle açıktan kavga ediyor. ABD kendisi kaybedecek. Şu an dünyada 68 trilyon Dolar borç var. Bunun 23 trilyon doları ABD’nin. ABD en borçlu ülke. İthalat ihracat dengesi hep eksilerde bunu kapatmanın yollarını arıyor fakat yanlış yerde çözüm arıyor. ABD iç kamuoyunda da tepkiler var. Bu durumun kendilerine yansıyacağından korkuyorlar. Planlı ve projeli davranıyorlar konu sadece papaz meselesi değil. Papaz’ın yanında başkalarını da istiyorlar ki işler karışsın. Türkiye bir hukuk devletidir. Esas baş Papaz ABD’de esas onu versinler.
Gündeme en sık gelen konu adalet. Adalet nedir? Sosyal adaleti toplumun geneline yaymak nasıl mümkün?
Adalet insan için mutlulukta en önemli faktör. Bütün ilahi dinlerde adalet vurgusu hep olmuştur. Adalet mülkün temelidir sözündeki mülk devlettir. Adalet devletin temelidir. Adalet olmadan devlet yürümüyor. Yürüse de huzur olmuyor. Bugün dünyadaki huzursuzluk adalet eksikliğinden kaynaklanıyor. Hak yerini bulmalı. Anadolu’da ‘yiğidi öldür hakkını inkâr etme’ derler. Maalesef dünyada adalet sorunu var. Büyük devletler küçük devletleri yok saymış. Petrolünü alıyor, kafasına vuruyor. Bizim dinimizde adalet vurgusu çok önemli. Bu konuda ayet ve hadisler var. Mutlak adalet ahirette mümkün. Hukukun amacı ideale yaklaşmaya çalışır. Bunu sağlamak çok zor. Adalet eşitlik değil eşitlik yalnızca adaletin bir parçası. Huzurun temeli sosyal adalete dayanır. Dinimiz de sosyal adalete çok önem vermiş. Zekâtla, sadaka ile sosyal adaleti sağlamış. Kanunlar eğer adaletli ise hukuk olur. Yalnızca kanun yazmakla adalet sağlanmaz. Kanunun adil olması lazım. Diktatörler dayağın nasıl atılacağına dair madde madde belirtmiştir. Fakat adil değildir. Adaleti dağıtacak insanların işinin ehli olması lazım. Hakim kendi konuşmaz, kararını konuşturur. Cübbesini giyince hakim her şeyi dışarıda bırakmalı. Dinimize göre de hakim oturunca güven vermesi lazım. Hepimiz hukuktan muzdaripiz maalesef. Yasalarla bunlar kısmen düzeltilebilir fakat asıl olan hakim sınıfının eğitilmesi. Yetiştirdiğin hakim adamına göre davranırsa oradan adalet çıkmaz. Dini kitaplar hükümete geliş şeklini belirtmez. Çünkü bu çağlara göre değişir. Fakat adil olun der yöneticilere. Kuran-ı Kerim’de adil olunuz diyor. Habeş Kralı ‘sizin dininizle benim inancım arasında bir çizgi vardır’ demiş, Müslümanlar yanına gittiğinde. Müslümanlara kapılarını açıyor, yaşayacak yer gösteriyor oysa kendisi o zaman Müslüman değil. Fakat şu an Müslümanlar birbirini öldürüyor. Hangi kul hakkından bahsediyoruz. İslam dünyasının hedefi ne? Müslümanların ortak değerleri olmalı. Fakat bunca bölünmüşlük, parçalanmışlık İslam dünyası nerede diye sorduruyor.