Geçtiğimiz temmuz ayında 2020 yılının krizlerle geçen günlerinin arasında ülkece yüreklerimize iyi gelen bir gelişme yaşadık. 86 yıllık bekleyişin sonunda Ayasofya’mız yeniden camiye dönüştü. Kaç nesildir yüreklerde sızı bırakan Ayasofya hasreti nihayet bitti. Ayasofya Camii’nin açılışı şüphesiz bir camii açılışından çok daha fazlasıydı. Zira biz ülkece bayram yaşarken bazıları bu açılıştan oldukça kaygılıydı. Peki, Aya Sofia, yani Aziz Sofia neden bu kadar kıymetliydi? İşte sevgili okuyucu, bu ayki sayımızda sizler için Ayasofya’nın önemini taşımak istiyorum dergi sayfalarına. Bir bir prangalarımızdan kurtulduğumuz şu kutlu dönemde güzeller güzeli Ayasofya’mızın kıymetinden bir nebze olsun bahsedebilirsem ne mutlu bana!
TAHRİP EDİLDİ
Hepimizin bildiği gibi Ayasofya, İstanbul’un kale içi veya eski şehir merkezi olarak bilinen en kalbî noktasında yer almaktadır. Yapı bu haliyle Bizans İmparatoru I. Justinianus tarafından 532-537 yılları arasında yaptırılmış olsa da aynı alanda daha öncesinde Artemis tapınağı ve ardından iki kez yıkılan Ayasofya kiliseleri olduğu tarihçiler ve arkeologlar tarafından nakledilmektedir.
Ayasofya’nın bulunduğu alanda gerek Bizans döneminde gerekse Bizans öncesinde defalarca mabet inşa ettirilmesi bilmediğimiz manevi bir öneminin varlığına işaret etmektedir. Yapı günümüze ulaşan son hâli ile bir mimari harikası olarak özenle inşa edilmiş; Hristiyanlığa özel dini motifler, freskler ve mozaikler ile duvarlara işlenmiştir. Bizans (Doğu Roma) İmparatorluğu’nun taç giyme törenlerinin yapıldığı şehrin en büyük kilisesi olarak işlev gören Ayasofya, Haçlı seferleri (Latin istilası) ve depremlerle tahribat görmüş; 1300’lü yıllarda ibadete kapatılmak zorunda kalınmış ve toplanan bağış ve vergilerle tamir ettirilmiştir.
GÖZ BEBEĞİ
29 Mayıs 1453 yılında İstanbul’un fethinin ardından Fatih Sultan Mehmet tarafından fetih nişanesi olarak Ayasofya camiye dönüştürülmüş; fresklerin ve mozaiklerin üzerleri günümüze onların zararsız şekilde taşınmasını sağlayan ince sıva ile örtülmüş ve yapıya minare eklenmiştir. Böylece 916 yıl boyunca kilise olarak kullanılan bu mabet cami hüviyetine kavuşmuştur. Sonrasında Mimar Sinan tarafından yapılan istinat duvarları ve destekleyici payanda görevi gören minareler ile birlikte yapı güçlendirilmiş; zaman içerisinde tekrarlanan restorasyonlarla payitahtın göz bebeği Ayasofya en iyi şekilde korunmuştur. Cumhuriyet’in kuruluşunun ardından 1932 yılında tekrar restorasyona giren Ayasofya Camii, 1934 yılında Bakanlar Kurulu kararı ile müzeye dönüştürülmüş ve 86 yıl boyunca müze olarak hizmet vermiştir.
“Aylar yıllar geçti, hâlâ ağlarsın, Artık yaşlarını sil Ayasofya. O mahzun hâlinle yürek dağlarsın, Fethin sembolüsün bil Ayasofya.” Eşref Ziya
MESAJ VERMİŞTİR
Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesini salt zorunlu restorasyonun sonucu olarak okumak şüphesiz ki eksik kalacaktır. Ayasofya Camii’nin müzeye çevrilmesi hem Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan vatandaşlara hem de dünya kamuoyuna mesaj niteliği taşımaktadır. Öncelikle Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi Cumhuriyet Türkiye’sinin laik karakteri gereği devletin İslam dini ile arasına koyduğu mesafenin sembolüdür. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı Devleti’nin halefi olmadığı da bu karar doğrultusunda akıllara tekrar ve tekrar nakşettirilmiştir. Dünya kamuoyu için ise verilen mesaj sulh ve dostluk kurmak için atılan bir adım olarak okunabilir. Hristiyan aleminin en kutsal mabetlerinden biri olan Ayasofya’nın 500 yıl boyunca Devleti Aliyye tarafından cami olarak kullanılması elbette kendini Roma ve Bizans’ın halefi olarak gören toplumlar için sindirilmesi zor bir olaydı. Belki de müzeye dönüştürülme sadece yüz yıl önce bizim tebaamız olan ve pireyken deve hâline getirilmiş bir devlete verilen bir zeytin dalıydı, bir imtiyazdı. Yine de Ayasofya müzeye çevrilmeden aynı dostluklar kurulamaz mıydı? Muhtelif devletlerle bağ kurmak adına vatandaşın manevi duyguları bir kenara itilerek bu kararın alınması dönemin bir zorunluluğu muydu? Bu sorular hâlâ akıllardaki yerini korurken cevap bir kez daha Ayasofya’nın bilinen ve bilinmeyen önemini vurgulamaktadır.
TEK ADRES: MİLLET
Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesinin ardından tekrar camiye çevrilmesi için yükselen sesler, diğer devletlerin egemenlik haklarımızı yok sayarak kendi sınırlarımız içerisindeki bir duruma karışacakları ve hoş görmeyecekleri gerekçesiyle bastırılmıştır. Ne yazık ki kabul etmek zorunda olduğumuz bu alçaltıcı durum başta bu topraklara namahrem eli değmesin diye can vermiş aziz şehitlerimizin hatırasını gölgelemektedir. Çok şükür ki, 24 Temmuz itibari ile Ayasofya Cami-i Kebir statüsüne kavuştuğunda artık Türkiye Cumhuriyeti’nin dünyaya verdiği mesaj çok nettir: Ülke içi meselelerde hakimiyetin tek yetkili mercii Türk milletidir!
HEP ALEYHTE FİKİRLER
Yıllardır süregelen tartışmalarda bazı çevrelerce Ayasofya’nın camiye çevrilmesine karşı çıkılmasında tekrar edilen iki sav vardı. Öncelikle az önce bahsettiğim gibi Ayasofya’nın camii olarak açılması dünya kamuoyunda Türkiye’ye karşı barışçıl olmayan bir tepki oluşmasına sebep olurdu. Efendim, naçizane bir vatandaş olarak şunu belirtmek isterim ki dünya kamuoyu –ki o kamuoyundan kasıt yalnızca ülkenin Batısıdır- hiçbir zaman Türkiye lehine bir adım atmamıştı. Biz her adımımızı suhuletle atıp meşru antlaşmalara ve iş birliklerine sadık kalırken birçok devletin terör örgütlerini gizlice veya açıktan beslediği ve yardım yaptığı saklanamayacak kadar büyük bir gerçektir.
MUHTEŞEM GÖVDE GÖSTERİSİ
Türkiye yıllarca darbelerle sindirilirken; demokratik bir ülke olma yolunda attığı adımlar her on yılda bir kesintiye uğratılırken; ülke içeriden ve dışarıdan cendereye alınmaya çalışılırken ellerini ovuşturan “Dünya” kamuoyunun sadece Ayasofya’nın statüsü ile ülkemize gard alacak seviyede olduğunu düşünmek dünya kamuoyunu en basit tabir ile hafife almaktan başka bir şey değildir. Çünkü Batı, biz onlar gibi de giyinsek, onların alfabelerini de kullansak hatta onlardanmış gibi de yaşasak bizi asla bir dost olarak görmemişti, görmeyecekti.
Bu gerçeklikle yüzleşirken güçlenen bağımsız Türkiye adına Ayasofya Camii’nin açılması elbette muhteşem bir gövde gösterisidir. İşte tam da burada ikinci bir sav olarak “O kadar cami varken Ayasofya’ya ne ihtiyaç vardı?” sorusuna da bariz bir açıklama bulunmaktadır.
BAHTIMIZ AÇIK OLSUN
Bugün artık kabına sığmayan Türkiye, çeşitli siyasi ve ekonomik yöntemler ve propagandalar yolu ile o kaba geri yerleştirilmeye çalışılırken Ayasofya’nın tekrar bir mabet olarak açılması hem hakimiyetin kimde olduğunu göstermiş hem de vatandaşın yüreğine su serperek devletimize olan güveni tazelemiştir. Özetle şunu söylemek gerekir ki, bizim için bağımsızlık sembolüne dönüştüğü için bu kadar önemlidir; müjdedir, göz aydınlığıdır, kutludur Ayasofya.
15 Temmuz 2016’da başlayan uyanışın ikinci basamağıdır. Şimdi Türkiye, sınırları dahilinde ve ötesinde terörü bitirmeye ilişkin operasyonlar yaparken; 462 bin kilometrelik mavi vatan politikasına istinaden Doğu Akdeniz’de egemenlik haklarını korurken; ülke içerisinde yerli ve milli sanayisini hiç olmadığı kadar hızla büyütme uğraşında olup diğer yandan Akdeniz’de ve Karadeniz’de kendi imkanları ile petrol ve doğal gaz ararken bu bağımsızlığı daim ettirmek üzere bizlere düşen şey tek yürek olmayı başarmaktır. Ülkece bayram olarak kutlayacağımız nice güzel haberlere…
Ülkemizin bahtı açık olsun.