İlknur Öztürk masal anlatımları üzerinden görünürlüğü artan bir öğretmen. Onu tanıyanların hissedeceği çocuksu masum hoş bir coşku. Zira dinlerken çocukluk iklimine dönmenizi rahatlıkla sağlıyor. Çocukluk da öz yurdumuz ve hep özlediğimiz bir diyar değil midir? İstanbul’da öğretmenlik yaptığı esnada tanışmıştık ama şimdilerde Pakistan’da görevini sürdürüyor. Orada da renkleri hayatın neşesini soluyup anlatılarıyla hissetmemizi sağlamaya devam ediyor. Bu sayımızda masal dünyasında gezinelim istedik ve İlknur Öztürk ile Turuncu ailesi adına söyleştik.
MASAL ANLATICILIĞI
Sayın hocam epey bir süredir sizi sosyal medyada masal anlatırken izliyoruz masalcılık serüveniniz üzerinde söyleşmek isteriz ancak turuncu okurlarının da sizi tanıması adına İlknur Öztürk kimdir desek?
Hikayeperest, bir Türkçe öğretmeni. Adını mitolojiden alan öte yandan on altı şehzadenin yetiştiği tarihi bir kentte Manisa’da (Magnesia) doğdum, büyüdüm. Niobe (Ağlayan Kaya) Efsanesi ve onun çocukları olduğu var sayılan Yedi Kızlar Türbesinin hikâyesi, Saruhan Bey’in Fatih’in Yavuz’un bu topraklardaki hikâyeleri arasında Kanuni’nin sancak beyi olarak görev yaptığı dönemde annesi Hafsa Sultan tarafından yaptırılan günümüzde de mesir saçma törenlerine ev sahipliği yapan külliyenin bahçesinde geçen bir çocukluğum oldu. Hikâyesi olan her şeye meraklı bir çocuktum, hikâyesini öğrenmeye çalışırdım. Masallarda geçen birçok karakter çevremde gerçek gibi anlatılırdı. Cinlerin atların yelesini ördüğü, alkarısının hamile kadınların bebeklerini çaldığı hikâyeler çok net hafızamda. Zaten bir halk anlatısına göre de hakikat masalın elbiselerini giymiş olarak dolaşıyor aramızda. Biz insanlar masalın içindeki o hakikatleri bulmaya çalışıyoruz. Mesel, kıssa, bilgelik hikâyeleri okurken dinlerken bize anlattığı hikmeti keşfetmeye çalışıyoruz. Her birimiz kendi hikâyemizin kahramanıyız.
2012’den beri İstanbul’da Türkçe öğretmenliği yapıyorum. 2016’dan beri 32 farklı ülkeden öğrencisi olan uluslararası bir okulda Türkçe öğretmenliği yapmaya başladım. Bir yıldır da Pakistan’da Türkçe öğretmenliği yapıyorum. Diğer yabancı dillerin öğretiminde özellikle çocuklara dil öğretiminde yaygın bir yöntem olan (Storytelling for children) masal anlatıcılığı tekniklerini özellikle kullanıyorum.
YENİ HİKAYELER
Profesyonel anlamda masal anlatmaya başladınız. Daha önce var mıydı tecrübeniz peki?
Anlatıcılığı sadece masalla sınırlandıramayız. Rukeyser’in dediği gibi evren atomlardan değil hikâyelerden oluşuyor. On yaşında bir çocukken, kardeşim ve kuzenimle gittiğimiz çocuk tiyatrosunun başında genel sanat yönetmeni ve televizyonlardan tanıdığımız ailecek tiyatrocu olan Enis Fosforoğlu bir konuşma yapmıştı. Konuşmanın tamamını hatırlamıyorum. Fakat ben şu cümleye takılı kaldım. Ben hala oradayım. Dedi ki: ‘Tiyatro; insanı insana insanla anlatma sanatıdır.’ Bu cümle karşısında büyülendim. Amatör olarak tiyatroyla uğraştım. O zaman karar vermiştim: “Ben insana dokunan bir iş yapmak istiyorum” dedim. Öğretmenliği de bir ‘Anlatı sanatı’ olarak görüyorum. Bir sahne çıkıyormuşum gibi aynı heyecanla sınıfa giriyorum. Derslerimde bolca hikayeleştirme tekniği kullanıyorum. Fransız masalcı Judith Liberman’ın anlatıdaki gücü beni büyülüyordu. Onu dinlerken yolculuklar yapıyorum ben. Sihirli yolculuklar. Bu yoldaki ilk hocam Senem Donatan onun kısa süreli bir eğitimine dâhil olmuştum. Enerjisine hayran kalmıştım.
Uluslararası okulda göreve başladığım dönemde Senem Donatan, Nazlı Çevik Azazi ve Şeyda Çevik’in kurucuları olduğu SEİBA uluslararası hikâye anlatıcılığı merkezinden anlatıcılık dersleri almaya başladım. Yurt içinden ve dışından birçok anlatıcıdan dersler aldık. Anlatıcılık yolumda farklı kapılar, pencereler açıldı. Nazlı Çevik Azazi’nin disiplini, araştırma ruhu, Şeyda’nın sınıf öğretmenliği geçmişiyle masalları öğrencileriyle buluşturabilme gücü bana ufuk açtı. Özellikle Hindistan’daki hikaye anlatıcılığı merkezi Kathalaya’nın kurucusu Geeta Ramanujuam anlatı tarzıyla bana ilham olan ve kendime dair derin izler bulduğum bir kadın. Eğitimim devam ederken Türkçenin ikinci dil/ yabancı dil olarak öğretiminde masalları kullanmaya başladım. Teoriyi pratikle birleştirme fırsatı buldum. Öğrencilerimden kendi ülkelerine dair masallar öğrendim. Çocuklarla masal atölyeleri yapmaya başladım. Bir çocuk tiyatrosuyla ‘Şarkılarla Masallar’ projesiyle sahne aldım. Oyunbaz arkadaşlarımın bulunduğu sosyal sorumluluk projeleri üreten gönüllü çalışmalar yapan ‘Oyun Çalışmaları’ kısa adıyla ‘OÇA’nın gönüllüsü oldum. Okullarda düzenlenen masal saatlerine katıldım. Eğitici eğitimleri vermeye başladım. İstanbul Masal Okulu fikrini benimle paylaşan Özgür Aras Tüfek ile bambaşka bir masal kapısı açıldı hayatımda. Üç masalcı arkadaşım Necibe, Şüheda ve Şöhret Ela’nın büyük desteğiyle, Özgür’ün koordinatörlüğünde İstanbul Masal Okul’u hayali gerçek oldu. Bu hayale ortak olmak tarif edilemez benim için. Aynı dönemde Pakistan yolculuğunun kapısı aralandı. Kalbimin yarısını masal okulunda bırakarak yeni hikayeler yazmak üzere Pakistan’a doğru yola çıktım.
ANADOLU MASALLARI
Masal son dönemde epey yaygınlaşan bir etkinlik biçimi ve kadim olanın bir biçimde zamana yetişmesi. Masalcılar arasında da bu yetişme halinin takip edildiği yollar farklı. Enstrüman kullanımı, kostüm, masalın aslına sadakat gibi pek çok konuda şimdiden ekoller oluşmuş gibi. Sizin benimsediğiniz bir yol var mı?
Masal atadan kültürel bir miras. Onu değiştirmek, bozmak Prof. Dr. Öcal Oğuz hocamızın dediği gibi mirasyedi olmak demek. Fakat masalın çocuk diline uygunluğu ile ilgili bir gereklilik mevcut. Bu bağlamda Milli Eğitim Bakanlığı Öğretmen Yetiştirme Genel Müdürlüğünün koordinatörlüğünde Halk Bilimi Uzmanı değerli akademisyenlerin danışmanlığında Anadolu Masalları projesi başlatıldı biliyorsunuz ki. Masalların dili aslına sadık kalınarak düzenlendi ve dijital ortama aktarıldı. 81 ilden masal öğretmenler sürece katkı sağlıyor. Kurulan sosyal medya kanalında İngilizce Türkçe masal anlatım videoları yayınlanıyor. Ben de bu videolardaki bazı masalları Türkçe A1 dil seviyesine, kazanımlarına göre düzenledim. Pakistan’daki öğrencilerimizin evine Masal Saati ile konuk olmaya başladım. Dünyaca ünlü masalsı kitapları da hedef dildeki yapılara uygun hale getirip anlattım. Pak-Türk Maarif okulları olarak başlatılan ve başarılı bir şekilde yürütülen uzaktan eğitim sürecine Türkçe ders içeriği olarak böyle katkı sunmaya çalıştım. Eğitim koordinatörümüzün kurgusuyla son halini alan masal videoları öğrencilerimiz ve velilerimiz tarafından en çok beğenilen içerikler arasında yer aldı. Yabancılara Türkçe öğretiminde böyle bir içerik özellikle çocuklara yabancı dil olarak Türkçenin öğretiminde aranan bir etkinlikti. Yurt dışındaki birçok hikaye anlatıcısının dil öğretim sürecine dahil olup öğrenme ortamını bu şekilde zenginleştirmeleri, gerçek yaşam deneyimine yakın bir öğrenme alanı oluşturmaları dil öğretmeni olarak örnek aldığım bir tarz. Sanıyorum ki anlatıcılık serüvenim bu yolda ilerliyor. Daha çok videoyla, masalla tüm dünyadaki çocuklara ulaşma, onlarla masalsı buluşmalar yapma hayalim var.
HER KARAKTERİ YAŞIYORUM
Masal anlatırken epey eğleniyor görünüyorsunuz coşkunuz yansıyor. Nasıl bambaşka bir dünyadan seslenmeyi başarıyorsunuz?
Masal anlatıcılığı bir bakıma kendimi keşif yolculuğum benim. Masal sır vermektir, der sevdiğim bir anlatıcı. Kendimize dair izleri gözler önüne sereriz bir bakıma. Aynı masalı farklı anlatıcılardan dinlediğinizde farklı duygular hissedebilirsiniz. Ya da aynı anlatıcıdan farklı zamanlarda aynı masalı dinlediğinizde de farklı hisler uyanabilir. Çünkü anlatanın duygusu değişiyor, anlatan değişiyor, değişiyoruz. Mesela Pakistan için çektiğimiz bir videoda Anadolu masallarından Yarım Horoz’u anlatmıştım. Bu masalı çok kereler anlattım. Anlatmadan önce de bir başka arkadaşımın videosunu izledim. İkimizin duyguları bambaşkaydı. Mısırını kaybeden bir horozun sürekli tekrar ettiği bir söz kalıbı var. ‘Mısırım mısırım benim güzel mısırım’ Ben o söz öbeğini söylerken kendimi bir an horozun yerine koyup ya da içimdeki horoz yana kulak verip yoğun bir şekilde üzüntü ve öfke duygusu hissetmiştim. Jest ve mimik olarak bu sözler dışarıya bu duyguyla çıkıyor ve aslında o duygu gerçek. Bu his horozun sesi ve benim sözümle birleşiyor. Galiba sır burada. Hissettiğim duyguların karakterler aracılığıyla dışavurumu. Bu da dinleyiciye masal yoluyla ulaşıyor. Anlatırken o duyguları, yolları, yolculukları her bir karakter ile anlatıcı kimliğimi birleştirerek bizzat yaşıyorum çünkü.
CANDAN CANA
Hocam yakın zamanda Pakistan’daki uzaktan eğitim süreciyle ilgili olarak kamera karşısına geçtiniz. Bu karşınızda ışıldayan gözler olmadan zor olmuş olmadı. İki anlatı biçimi sizi nasıl etkiliyor?
Biz candan cana anlatırız. Camdan cama anlatıma alışmaya, uyumlanmaya çalışıyorum. Alışmak istiyor muyum, sorgulamıyorum. Kabul etmemiz gereken bir süreç var. Dinleyicilerime, öğrencilerime bu kanalla ulaşmak zorundayım. Kolay oluyor mu derseniz. Kolay olmuyor. Özellikle dil öğretimi için bir içerik hazırlıyorum. Öğrencilerden gelen geri dönütler anlatı sırasında anlatıcı için ve öğretmen için çok değerlidir. Göz göze gelmeden, öğrenci sesleri olmadan bir noktaya bakarak kamera kadrajına sığmak zorunda kalmak ayrıca belli bir dil seviyesiyle sınırlı bir anlatım yapıyor olmak kendimi çok sıkışık hissettirdi. Elim kolum bağlanmış gibi oldum. Çekimler konusunda bana büyük destek veren kardeşim bu zorluğu fark edip kameranın ardından bana geri dönütler vermeye başladı. Masallarda şarkı ve ritim kullanmayı çok seviyorum.
Ben şarkı söylerken beni destekledi. Masal anlatımı sırasında karşımda öğrencilerimiz varmış gibi sorular soruyorum. Hayali cevaplar alarak kendi içimde anlatıma devam ediyorum. Masalları dinleyen öğrenci videoları geliyor. Benim sorduğum o sorulara içtenlikle cevap veren çocukları görünce çok duygulanıyorum. Çocuklarla masallar aracılığıyla konuşmak, onlara dokunmak benim için tarif edilemez bir his. İşte burada sözün büyüsüne, imgenin gücüne şahit oluyoruz. Diğer yazılı türlerde dil dışı unsurlar dediğimiz sözsüz iletişim girdilerini ve buna paralel bazı kültürel öğeleri hedef dilde aktarmak mümkün değil. Bu bağlamda masalların öğrenci merkezli olarak her yaşa, cinsiyete, yaş grubuna, her dil seviyesine uyarlanabilecek yapısı onu güçlü bir ders materyali yapıyor.
RENKLERİN ÜLKESİ
Pakistan sizin yolculuğunuzda renkli bir durak gibi görünüyor. Paylaşımlarınız merak uyandırıyor. Orada yaşam nasıl?
Gerçekten burası renklerin ülkesi. Burada o kadar zorlu yaşam şartları içinde, Türkiye’nin 50-60 yıl gerisinde diyebiliriz, o renkleri hayatın içine o kadar güzel serpiştirmişler ki. Yolda paratha (Bizdeki katmere çok benziyor, sabah kahvaltılarının vazgeçilmezi) yapan bir adamın başındaki topi’deki (Bir tür geleneksel başlık) bir işleme, cadde boyu kurulan sebze meyve tezgâhlarında, gökyüzündeki uçurtmalarda renkler her yerde. Renkler hayata tutunmanın adı gibi geliyor bana burada. Renklere şükrediyorsunuz. İranlı yönetmen Mecid Mecidi’nin Serçelerin Şarkısı filminde başroldeki babanın işitme engelli kızına cihaz alabilme hikayesinde bir sahne vardı. İzleyenler bilirler. O babanın koca bir tarlada sırtında mavi boyalı bir kapı taşıması gibi geliyor buradaki hayat mücadelesi bana. Umut hep var. O diyarların kültürüne, hikaye geleneğine, masalların doğduğu topraklara karşı büyük ilgim vardı hep. Oradan gelen kıyafetleri giyerdim çoğu zaman. Filmlerini izler, müziklerini dinlerdim. Hatta bazı arkadaşlarım espri yapıp bu topraklardan bir atamın, dedemin olduğunu söylerlerdi. Bu masal diyarına gelmek beni hiç şaşırtmıyor. Çünkü zaten hep ordaymışım gibi bir hissi taşıyordum. Bu kadim topraklara adımımı attığım andan itibaren renkli bir hikayenin içinde buldum kendimi. Bulunduğum şehir Quetta (Ketta) Pakistan’ın en büyük eyaleti olan Belucistan’ın başkenti. İran ve Afgan sınırında. Farklı etnik kökenden aileler var. Zaten Beluc Fars dilinde göçebe demek. İran’dan gelen aileler sonra Rus ve Afgan savaşında sınır şehir olan Ketta’ya göçen Afgan asıllı Peştunlar, Rus rejiminden kaçarak Afganistan’a orda savaş çıkınca da buraya sığınan Özbek aileler, Brahuiler, Sindiler gibi birçok grubun yaşadığı şehirdeyim. Hepsi ayrı bir renk. Her grup kendi kültürel kimliğine sıkı sıkıya bağlı. Bir okul etkinliğinde yöresel kıyafetler içindeki dansları izlerken potpori şöleni yaşıyorsunuz. Veli ziyaretleri ayrı bir dünya. Her ev ayrı bir hikaye.
BAŞLARDA ZORLANDIM
Zor yanları oldu mu?
Kadınların sokakta yalnız yürüyemediği bir kentte yaşamak ilk başlarda çok zor geldi. Kadın olmak bu coğrafyada zor. Size diğer kimliklerinizden önce cinsiyetçi bir bakışla bakıyorlar. Ama bunu bir nebze olsa da kırdığım anlar yaşadım. Bisiklete binmeyi çok seviyorum. Bir gün okul bahçesinde otururken omzuma bir el dokundu. Küçük bir kız çocuğu. Urdu dilinde tanıştık. Bizim güvenlik görevlilerinden birinin çocuğu. Abisiyle birlikte bisiklet sürüyorlar. Bana bisikleti vermeyi teklif ettiler. O an o kadar duygulandım ki. Uzun zamandır yapmak istediğim şeydi. Ve bir çocuk eliyle bu bana hediye ediliyordu. Öğretmen kimliğim var, kadın kimliğim var, bu nasıl olacak diye konuştu içimde bir dev. O an o kadar saf o kadar çocuktum ki. Atladım bisiklete. Arkamdan küçük kız çocuğu geliyor. Bu esnada 1.90’lık güvenlik görevlisi amca beni gördü, yerinden kalktı, alkışladı. Ben ona o bana el salladı, karşılıklı gülüşmeye başladık. Orada, o anda kimlikler önemini yitirdi. Öte yandan öğretmen arkadaşlarımın Riksha’ya yalnız binme uyarılarına aldırmayıp, onlara göre delilik yaparak öğrendiğim Urdu dilindeki kelimelerle üç tekerlekli geleneksel ulaşım araçlarına da bindim. Tabii yine de tanıdık şoförlere emanet ediyorlardı beni. Şehrin sokaklarını ezberledim diyebilirim. Şoförlere yol tarif ediyordum artık. Çarşısıyla, pazarıyla, insanıyla, doğasıyla, hayvanıyla, eviyle, çiçeğiyle, meyvesiyle, bahçesiyle bu şehrin havasını tam anlamıyla soludum diyebilirim.
HER ŞEYİN HİKAYESİ VAR
Masal aşkı Pakistan’da devam etti oradaki masal iklimini, anlatı kültürünü dinleyen açısından değerlendirildiğinde tablo nasıl?
Burada güçlü bir anlatı geleneği var ve hala devam ediyor. Biliyorsunuz ki bu diyarlar, masalın doğduğu topraklar kabul ediliyor. Ülkemizdeki Dengbejlere benzer tarzda ellerindeki geleneksel çalgılarla hikaye anlatıcılarını görmek mümkün. Panchatantra’dan masallar Urdu dilinde ve İngilizce olarak hala anlatılıyor. Çocuklar bu masallarla büyüyor. Arap dünyasının ünlü aşk hikayesi Leyla ve Mecnun’un farklı versiyonları efsanelerle harmanlanarak anlatılıyor. Bu gelenek çok canlı. Birçok hikaye öğrendim. Hatta bir tanesini İstanbul Masal okulundaki bir masal gecesinde Pakistan’dan döndüğüm bir vakitte anlattım. Bu topraklarda her şeyin bir hikayesi var. Bunlar benim kişisel yolculuğumda en önemli duraklardan.
ANNEM SÜPER KAHRAMANIM
Anlatmayı sevdiğiniz masal ve dinlemeyi sevdiğiniz masal nedir?
O zamanlar Osmanlı toprağı olan Bulgaristan Kırcaali’de doğan babam sonra anavatana göçen bir ailenin çocuğuydu. Göç hikayelerini çokça dinlerdim. Anlatıcılık yolculuğumda çalıştığım ilk masal ‘Çocuk ve Rüzgar’ bir Bulgar masalıydı. Ve çetin rüzgarlar, kötü kış şartları babamın da anlattığı masallarla aynıydı. Böyle denk gelişleri masal yolculuğum esnasında çok kereler yaşadım. Bu masal aslında annemle aramdaki bağı özetliyor, tüm bunların ötesinde. Pakistan serüvenim dahil hayatta aldığım bütün kararlarda, çıktığım tüm yollarda yanımdaki en güçlü destek annemdi. Her daim yoldaki işaretlere benimle birlikte inandı, güvendi. Masalda çocuğun karşısına çıkan sevimli cücenin ona verdiği, yol gösterici sihirli taşlara hep inandık birlikte. Bir annenin evladını zorlu bir coğrafyaya tek başına göndermesi kolay değil. Bütün anneler kıymetli ama benim annemin hayattaki duruşuyla çok güçlü bir hikayesi var. Rüzgardan hakkını almaya giden o küçücük çocukta o inatçı, pes etmeyen hayata daima tutunan, dört elle sarılan çocukta ikimizi buluyorum ben. Ve annem benim süper kahramanım.
Masalsı bir sohbet için okurlarımız adına çok teşekkür ediyorum.
Ben teşekkür ederim.