Selma Erdem Durmuş… Şair, anne, Çukurova’nın kalbinden seslenen kalem. Kadınlar hikaye yazar, roman yazar… Peki ya şiir? Bir şiir bir kadının kaleminden nasıl dökülür? Bir şiir kaç yüreğe dokunur? Selma Hanımla konuşurken gündemimiz şiirdi. Bir şiir usta bir kalemin elinde kaç hale dönüşür gördük. Sohbet bitti, dilimde hep aynı mısra… “Vakti var mıdır annelerin ölmeye”… Buyrunuz.
Tüketen, harcayan bir dünyada yazmak nasıl bir duygu?
Evet, dediğiniz gibi dünya lüks, israf ve tüketim kıskacında. Her şeyin olduğu ve hiçbir şeyin kıymetinin bilinmediği bir çağdayız maalesef. Baş döndüren tüketime rağmen biz de üretmeye, yazmaya ve gönlümüzdeki güzellikleri insanlarla paylaşmaya devam edeceğiz.
Şair Nigar Hanım gibi birkaç şairimizi hariç tutarsak her alanda olduğu gibi şiir alanında da erkek egemenliği var. Şair bir kadın olmak zor mu? Bir kadın şiir yazmak isterse nelere talip oluyor?
Biz ataerkil bir toplumuz. Aslında inancımızda ve Türk töresinde kadın erkekle aynı yükümlülüklere sahipken maalesef hep geri plâna atılmış, itilmiş. Şair Nigar Hanım gibi birkaç şairimizi hariç tutarsak her alanda olduğu gibi şiir alanında da erkek egemenliği var. Bizim kendimize yer bulmamız, tutunmamız zor. Şunu da belirteyim ki şair olduktan sonra kadın olmuş, erkek olmuş fark etmez. Yeter ki has şiir olsun.
Neden anayurt, ana ocağı, anadili deriz? Yuva demek ana demek bir bakıma. Aile sizin için ne anlama geliyor?
Aile benim için yuva demek. Sığınılacak liman. Dışarıda kaynayan cehennem kazanlarına inat bir cennet kokusu. Mesken masuniyeti çerçevesinde olabildiğince özgür olduğumuz alan. Aile birlikte sofraya oturmak, acıyı bölüşmek, güzel haberlere sevinmek, yokluğa katlanmak, varlığa şımarmamak, daha da önemlisi dayandığın dağ demek. Biz annelerin eşimiz, çocuklarımız ve yuvamız için ne kadar çok didinip uğraştığımızı siz de çok iyi bilirsiniz. Bu duygularla yazdığım kısa bir şiirimde “Vakti var mıdır annelerin ölmeye?” diye sormuştum. Neden anayurt, ana ocağı, anadili deriz?
Yuva demek ana demek bir bakıma.
Gülten Akın’ı severim. “Ah, kimselerin vakti yok/ Durup ince şeyleri anlamaya” der İlk Yaz şiirinde. Bu kısacık dizeleri ben uzun uzun okurum.
En sevdiğiniz şair/şiir hangisi?
Şairler arasında seçim yapmak zor. İlahileriyle gönüllerimizde çağlayan Yunus Emre, Çanakkale Şehitleriyle adı anılan Mehmet Akif Ersoy, Kaldırımlar şiiriyle Necip Fazıl Kısakürek, kısık seslerimizi gürleştiren bayrak şairi Arif Nihat Asya çocukluğumuzdan beri okuduğumuz, beslendiğimiz şairler.
Kısa şiirler konusunda yoğunlaştığım için belki de kadın olduğundan Gülten Akın’ı severim. “Ah, kimselerin vakti yok/ Durup ince şeyleri anlamaya” der İlk Yaz şiirinde. Bu kısacık dizeleri ben uzun uzun okurum.
Sezai Karakoç’un “Anne öldü mü çocuk/Bahçenin en yalnız köşesinde Elinde bir siyah çubuk/
Ağzında küçük bir leke” şiirini çok severim mesela.
Cemal Süreya’nın Fotoğraf şiirindeki adam, kadın ve çocuk gelir aklıma:
“Adam hüzünlü/Hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü
Kadın güzel/ Güzel anılar gibi güzel
Çocuk/ Güzel anılar gibi hüzünlü/Hüzünlü şarkılar gibi güzel”
Öyle değil mi?
Masamda renk renk kalemler, daha çok da kurşun kalem. Şairler dünyanın duygularını hissediyor sanki? Sizin hissetme biçiminiz hangisi? Nasıl yazıyorsunuz?
Aslına bakacak olursanız masa başında değil de kendimi tabiatın kucağına atarak, börtü böceğin sesini, kır çiçeklerinin kokusunu duyarak yazıyorum desem daha doğru olur.
Allah kaleme yemin ediyor.
Masamda renk renk kalemler, daha çok da kurşun kalem. Kitaplarsa; Dostoyevski’den Ezilenler, Nazan Bekiroğlu’nun Mücella’sı, Edip Cansever ve Özdemir Asaf’ın şiirleri.
Aylan bebek gibi boğulan mülteci bir çocuk, dışarıda evsiz barksız bir yaşlı,insanı üzen, rahatsız eden her şey şiir oluyor kafamda. Günlerce dolanıp duruyor ve bir gün kağıt kalemle buluşuyor işte.
Birçok dergi yayınlamak için şiirlerimi istedi. Peşinden şiir şölenlerine davetler geldi. Gittik, katıldık. Şölende sadece iki kadın şairin olması dikkat çekiciydi. Bütün gözler üzerinizde.
Kadın bir şairden toplum neler bekliyor?
Şiir yazmaya başladığım sıralarda Sivil toplum kuruluşlarında, dernek ve vakıf gibi yerlerde konferans verdim. Kadın bir şair olarak şiir okumam özellikle hanımlara şiiri daha çok sevdirdi. Dilim döndüğünce etrafımdaki insanlara iyiyi, güzeli tavsiye etmeye çalışıyorum. Bir dergide şiirimizin çıkması, şiirlerimizin kitaplaşması etkili oluyor insanların üzerinde. Birçok dergi yayınlamak için şiirlerimi istedi. Peşinden şiir şölenlerine davetler geldi. Gittik, katıldık. Şölende sadece iki kadın şairin olması dikkat çekiciydi. Bütün gözler üzerinizde. Biraz zorluğu da oluyor aslında. Şair denince insanların sizden beklentileri de yüksek oluyor ve bu bize sorumluluk hırkası giydiriyor.
Kadına yönelik şiddet, aile içi şiddet, çocuklara şiddet… Adına ne derseniz deyin şiddet çok arttı. Şiddetsiz bir hayat mümkün mü?
Maalesef her gün cinayete kurban giden kadın haberleri içimiz dağlıyor. Peygamberimizin Mekkke’nin Fethine giderken yolda gördüğü yavrularını emziren köpeğin başına zarar görmesinler diye nöbetçi bırakması gelir gözlerimin önüne. Böyle bir peygamberin ümmeti olan biz nasıl bu hale geldik?
Hani bir söz var. “Türkü dinleyen insanların yanına oturun. Türkü dinleyenden zarar gelmez” diye. Bunu sanata da uyarlayabiliriz. Şiir yazan, okuyan, gönlünü kitaba kaptıran insanlar şiddete meyil edebilir mi? Aslında işin başı “Allah’tan korkmak, kuldan utanmak.” Sanat bize nezaketi, zarafeti, inceliği öğretiyor. Sanatla iç içe olan insanların /istisnası olabilir ama/ içinde Sezai Karakoç’un diliyle “Kalbinde merhamet adlı bir çınar” vardır. Sanat bu çınarı besler, diri tutar.
Turuncu dergisinin okurlarıyla buluşturduğunuz için size teşekkür ediyorum.