Büyük ve Güçlü Bir Adam…’
Dizilerin, sinema filmlerinin başrol oyuncusu. Büyük bir arabası, büyük işleri, büyük bir hayatı var. Filmin arka planında modern köleleri var. Herkes kölesi. Kölesi olmayanlar da köle statüsünü kazanmak için işlem görüyor. Kendi ile gurur duyuyor, mükemmelliğine mükemmellik katıyor. Dünyayı etrafında döndürüyor. Sahneler akarken aradan kan, gözyaşı, terk etme, terk edilme akıp gidiyor. Travması var. Yorgunlukları var. Hiç sevilmemiş, hiç doğru kadını bulamamış. İçindeki çocuğu büyütememiş. Sonrası mı? Milyonlarca izleyici, on binlerce modelleme, akıllarda hep aynı yanılsama ‘güçlüysen ezersin’. Hayranlarının, hayatını sana adayanların gözünün içine baka baka yayarsın şiddet ateşini. En çok izlene karakter, en ünlü adam, en yakışıklı adam, sesi en çok çıkan adam, evlenilecek adam, dışarıdan bakılınca herkesin hayran kaldığı adam. İçi şiddet dolu, içi yangın yeri. Sonrası hüsran.
‘Sen Her şeyin Üstesinden Gelirsin.’
Duyguları hiçe saymanın yöntemleri vardır. Psikologlar uzun uzun açıklar bunu. Akademideki karşılığı, literatürdeki örnekleri… Öyle bir cümle var ki söyleneni huzura kavuşturur, söylenileni bir ömür kalp ağrısıyla bırakır. Sen her şeyin üstesinden gelirsin derler. Sana uygulana şiddeti, şiddet yorgunu gözlerini, cesaretinin günden güne kırıldığını görmezler. Nasıl da rahatlar o cümleyi söyleyen. Sana moral verdiğini, seni sakinleştirdiğini falan düşünürler. Oysa kocaman bir yük koyarlar omuzlarına. Her şeyin üstesinden geleceğim diye yük üstüne yük taşırsın. Onların yapamadığını başarabileceğine inanırsın. İçten içe çürürsün. Ben bu yükü taşıyabiliyorum dersin. Üstüne dünya yıkılırken ben güçlüyüm zanneder, şiddetten küle dönersin.
‘Bir Kere Oldu, Bir Daha Yapmaz.’
Yaşanmışlıklara hoşça kal denilmez. Yaka iğnesi gibi gelir gözünün önüne. Kimse bir şeyi durup dururken yapmaz. Onu yapacak gücü bir yerlerden almıştır. Bir yerlerde sana bunu yapabilme hakkını kendini görmüştür.
Sana bir kez şiddet uygulasa, bir kez kalbini kırsa, acıtsa canını, yüreğini sesinin çok çıkmayacağını bilir. Öyle bir özür diler ki aslında sen hak ettin der. Şiddeti hak ettiğine inanırsın. Eksik olduğuna, yarım olduğuna, hataya yol açtığına.
Bir kere oldu, bir daha yapmaz dersin. İnandırırsın kendini. Her seferinde bu son dersin. Ama başkaları da yaşıyor aynı şeyi dersin.
Bak hiç sesleri çıkıyor mu dersin. Benden kötü durumdakiler var dersin. Şiddete yer açarsın. Şiddeti temize çekersin. Gün olur, şiddete bağımlı hale gelirsin.
‘Şimdi Gitme’
Uzun süre şiddet görenlerin celladına aşık olma halidir. Şiddetin bitmesi gerektiğini bilir, şiddetten kurtulması gerektiğini. Fakat celladı artık hayatı olmuştur. Şiddetsiz bir hayat kurgulayamaz. Kendisini bu hale getiren, hayatının güzel sahnelerini kör makasla kesen malum kişi olmadan yeni bir hikaye yazamaz. Hep şimdilik der, biraz daha, hayatımı düzene koyuncaya kadar, iyileşinceye kadar, okullar bitene kadar, bayram gelene kadar… Sonrası hep zamansızlık, hep pişmanlık… Açık yaranın durup durup enfeksiyon kapması hali.
Size her yıl şiddete uğrayan kadınlardan, çocuklardan, istatistiklerden, Avrupa’da artan kadına yönelik şiddetten, ABD’de istismar mağduru çocuklardan, bir zamanlar kabul günlerinde çözülen aile sorunlarından, başımıza ne geliyorsa hepsinin müsebbibi çekirdek aileden falan bahsedebilirdim. Fakat gerçekleri konuşmanın vakti geldi. Biz konuşmadıkça gerçekler ertelenecek. Ertelenen gerçekler yalnızca bizi değil gelecek nesilleri de zehirleyecek. Şiddet deyince aklımıza yalnızca kadınlar ve çocuklar geliyor. Malum kadın dernekleri yalnızca bazı şiddet olaylarını sahipleniyor. Yargının magazin malzemesi haline getirildiği medyada herkes sosyal medyada adalet arıyor.Fakat şiddet hiç durmadan yürüyor.
Neden?
Çünkü şiddetin 50 tonu var. Şiddet uygulayan, şiddet uygulayanı öfke makinesi haline getiren, şiddete uğrayanların etrafına yaydığı negatif ortam…
Hepsi bu elli tonun içinde. Kötü insanları kurtaramayacağımıza artık inandık. Kötü insanlardan bir müze yaptık kalbimize.
Fakat iyiler kurtulur. İyi olmaya niyeti olanlar kurtulur. Mayasında bir damla iyilik olan kurtulur. Biz kötü insanlara müze inşa etmekten iyileri kurtarmaya zaman bulamıyoruz.
Şiddet silinmez, arınmaz, değişmez. İyiler şiddeti tolere ettikçe, şiddet uygulayanı toplum temize çektikçe şiddet bitmez.
Birey olamamış, içindeki insanı fark edememiş kocaman çocuklar dolaşıyor etrafta. Doktor oluyor, öğretmen oluyor, mesleklerinde başarılı, arkadaşları tarafından sevilen insan oluyor bu çocuklar. Sonra evlerinde aile ilişkilerinde öfke canavarı oluyor. Kutsadığımız her şey şiddeti haklı çıkartıyor. Şiddeti başka bir yazılımla hayatımıza yeniden yüklüyor.
Şiddetten kaçın. Şiddet uygulayandan kaçın. Şiddet bir kangrendir. Şiddete uğrayan çocukları sarıp sarmalayın. Koruyun çocukları. Şiddetin her tonundan kaçın lütfen.
Her yıl 25 Kasımda büyük harflerle ve yeterince ürkütücü mazisi olan el işaretiyle kadına şiddete hayır diyecekler. Yürüyüşler, etkinlikler yapacaklar. Hangi kadına şiddete hayır diyemeyeceğiz mesela. Yanında çalışan sekreterine az maaş ödeyen patrona, iş yerinde mobbing yapan müdüre, mesai saatlerinde çocuğu olan annelere yardımcı olmayan yöneticilere tek laf etmeyeğiz.
Dizilerde en şiddetli karakteri seveceğiz. Halk acı istiyor, kan istiyor, aldatma istiyor, sevgilinsin eski kayınvalidesini yakmaya çalışan adamı görmek istiyor diyecek senaristler.
Filmlere konu olacak hayatlar. Sabah kuşağında babası belli olmayan çocukların hikayelerini çay içerken izleyeceğiz. Normalleşecek her şey. Kim gece gündüz dayak yemiş, kim aldatılmış, kimin ailesi ahlaksızlıktan bir deryaya düşmüş… Hepsini bileceğiz.
Hayatımızda olacak şiddetin 50 tonu. Renksizliğin içinde boğulurken şiddetin 50 tonunu bileceğiz.
Sahi siz yorulmadınız mı şiddetten. Kötüleri aklarken iyileri kaybetmekten. Yorulmadınız mı şiddetin 50 tonunu birden zihninize kazırken.
İnsanız. Su damlasından yaratıldık, topraktan geldik. İnsanız, tüm dönüşlerimiz yalnızca Allah’a. Şiddet karşısında böyle pasif, böyle baştan kabullenmiş olmak inandıklarımızla örtüşür mü? Allah sormaz mı ‘neden mücadele etmedin’ diye.
Dünya dönecek, değişecek. Birileri şiddet uygulayacak, birileri öfkelenecek, birileri mağdur olacak. Ne zaman ki şiddetin 50 tonunu uzaklaştıracağımız hayatımızdan işte o zaman mutlu olacağız. Hayatın basamaklarına, denklemlerine inandığımız kadar şiddetsizliğin olabilirliğine inansak işte o zaman değişir dünya.
Şimdi 25 Kasım anısına Turuncuya boyarlar her yeri. Oysa Turuncu şiddetle mücadelenin değil şiddetsizliğin rengi.